Hava güzel, güzelden de öte bisiklet havası rampa çıkarken terletmeyen inerken rüzgarı rahatsız etmeyen, limoni. Orhan Veli İstanbul’u dinlerken Urumelihisarı’na oturmuşum oturmuş da bir türkü tutturmuşum, misali gidiyorum? İstanbul’un mermer taşları, başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları. Değmeyin keyfime. Kozbeyli Yolu’na girdim. Çeşmebaşında birkaç araç mataramda su var ama solunlanmak için. Selamün Aleyküm. Başını kaldırıp baktı damacanayı musluğa dayamış, bisiklet altta, kask başta, gözlük, şort, tişört nerden çıktı bu havasındaydı Aleyküm, Selam derken döndü damacanaya meşgul etme beni der gibi.

Az gidip uz gittim Kozbeyli’nin dağına taşına ev yapanların yollarına girdim. Serpme kahvaltı, serpilme usulü öğlenlik. Sabah oturup ikindiye kadar yapılan kahvaltının adıydı ‘Branch.’ Entel adı bu da köylü adı serpilme. Evler yapılıyor hem öyle yapılıyor ki tepenin doruğunda hem de üç katlı. Bir de nesi var çatısında katı var. Yuh yani niye geldin buralara madem üç kat, git şehirde otur a mübarek. Dağ taş imar, gani. Bir de Serpme kahvaltıcılar yol boyunca köy boyunca evlerin içinde boylu boyunca serpilmişler. İşte bu serpilmecilerin birinin bahçe duvarını örüyor işçiler. “Selamünaleyküm ustalar” taşı yerine koyup diğer elinde mala kafasını kaldırdı taşların arasından yorgunluğun nefesini verirken “aleyküm selam nereye böyle.” “Paralı yola çıkacağım bu yol gider demi.” Doğru git” “Benden para alırlar mı?” “Biz o yoldan gitmiyoz ama bizden bile alıyorlar.” Gülüşmeler… “Hadi size kolay gelsin.”

Köyden geçiyorum kahve önüne oturmuşlar ama yola dönük belli ki seyirdeler gelen geçeni, aynı bisikletli takım elbise üstümde Selamün Aleyküm. Bayağı bi meraklı bakıştan sonra Aleyküm selam ses tonlarını belirten bir yazı düzeni olmadığı için yazamıyorum, anlatamıyorum da.

Sahil yolu bölünmüş yol ama bana bölünmüş değil dar, emniyet şeridinde bariyere yakın gidiyorum. Biraz denize uzunca bakacak olsam; ön teker bariyere, bisiklet yere, arkadan gelen araç, ben pide, olmayayım diye, dikkatim önümde, yan gözle baktığım, yoldan bir hayli aşağıda yıkık betonlu harap iskele üstünde biri balık tutma gayretinde. “Rastgele rastgeleeee.” El sallıyor Eyvallah der gibi.

Yol tek şerit oldu, geliş gidiş, dar. Arkama bir araba yanaştı bakamıyorum dengemi kaybedip yolun ortasına çıkarım diye. Sesi geliyor sollayamıyor beni karşıdan gelen var. Sonra solladı yanımdan geçerken elimi kaldırıp teşekkür ettim o da kornayla mukabele etti. Bu diyalog insani sürücüler ile çok oluyor.

Bu trafiği curcuna yolda giderken türkü falan tutturmuyorum, bir an önce yolu boşaltma derdindeyim. Araçların yanımdan geçiş mesafelerine göre not veriyorum. Not değil de sıfat takıyorum.

Selamdan geldik buraya.

Selam vermek dinimizce de çok önemli. İnsanî hasletlerin başlangıcı. Binitli yürüyene, yürüyen oturana, az çoğa, küçük büyüğe… selamın adabıdır.

Foça’da evin önünde arabamı yıkıyorum. Koronadan dolayı, gelen geçen olmadığı gibi ben de yıkatmaya gitmiyorum. Selamlaşmak için çok uygun bir ortam ve pozisyon müsait. Bir kaç geçen oldu yanımdan, göz ucuyla bakarken “Kolay gelsin” deyip selam vermelerini bekliyorum. Hem de benim yaşıma yakınlar. Tık yok. Bizde selam vermek biraz zorlamaymış gibi sanki, pek meraklı değiliz elin adamına selam vermeye. Sosyal hayat ile daha doğrusu kendi iç dünyalarımızla alakalı olmalı. Dert bir değil bin, ıslak mendil gibi çektin mi hepsi birden geliyor. Kimimizde tilkiler dolaşıyor kafamızda, çoğumuzda dertler doluşuyor kafamıza. Halbuki dilek ifade eden selam deyişlerimiz var. Sabah şerifleriniz hayrolsun, Selamün Aleyküm, Merhaba (me’rhaba arapça kökenli bir kelime: Geniş ve mamur bir yere geldiniz, rahat ediniz, hoşgeldiniz anlamlarında bir esenleşme veya selamlaşma sözü. TDK)

Jeopark’ın konferansı var Almanya’nın Aalen kasabasındayız. İki günün sonunda Aalen Belediyesi’nin giriş holünde her üye jeoparkın sergisi açıldı. Belediye bizlere üyelere bir pano, kutulardan yapılan banko verdi portatif. Panoya jeopark fotoğraflarını yapıştırdık, Roll up bannerleri açtık, boy boy volkan konileri, tarihi evleri sergiliyoruz. Bankoya da mesir, Kula leblebisi, küçük helva kutularını koyduk... açılışa hazırız. Bizim sergi kapıya çok yakın hole giren hemen bizim sergiye yaklaşıyor. Hole girenlere bakıyorum. Daha ilk adımlarında dudaklarını yayarak yüzlerine bir tebessüm yerleştiriyorlar, samimi bir yüz ifadesiyle giriyorlar sergiye, gülümseyerek selam vererek yaklaşıyorlar. Hilafsız bir kişi dahi selam vermeden geçmedi önümüzden. 55’li yaşlarda bir kadın, bisikletini, dış camın kenarında bir direğe kilitledi, içeri girdi, gülümseyerek bize yaklaştı. Mesir’i tavsiye ettim. Bisiklet sürerken güç verir diyerek. “Benim bisikletim elektrikli” dedi, gülüştük. Selam, bir samimiyet ve iletişim aracı.

Onların dininde de selam yazıyor mu bilmiyorum ama yüzleri ile akılları bir. Akıllarından ne geçiyorsa yüzleriyle ifade ediyorlar.

Allah’a emanet olun, hoşçakalın, sağlıcakla kalın... Ne güzel temenniler değil mi? İyilik dileyelim iyi olalım. Selam verelim dost kazanalım.