Yollar beklemez doğru mu diye düşündüm niye beklesin ki o yollardan binlerce insan geçiyor seni niye beklesin. İz bırakıyor, o yolu anlatıyor, fotoğraflıyorsan, beğeniyorsun demektir. O zaman bekler.

Sabah 05.57 sıcağa kalmadan turu bitirmek lazım. Dil bi karış, bisikletin üstüne yatış, dur burası gölge soluklanayım demek ritmi bozuyor. Bir türkü tutturmuş olarak gitmek varken. “Urumelihisarı’na oturmuşum, oturmuşta bir türkü tutturmuşum. İstanbul’un mermer taşları, başıma da konuyor, konuyor aman martı kuşları.

Bir iki derken hep geçtiğim dört rampadan sonra düze gelipte 3-8 vitesle giderken, pedal ağır, sürüş şartları hafifleyince Kozbeyli kavşağına ulaşmak kolay oldu. Hep aynı şey karşılaştığım manzara, koca çınarın dibindeki çeşmeden sabahın köründe, sıraya girmemek için su dolduran insanlar, dar yola park etmiş bagajı açık arabalar, yıllarca değişmeyen manzaralar. Buzdolapları (olanlarda frijder derdi) yok, şimdiki Matador Fırınının orda buzcu vardı, yaz akşamları soğuk su içmek için sokak başlarında kollu çeşmelerden yayla suyundan alırdım. Pire berber deve tellal iken.

Geçen sene inşaat levhaları vardı, herhalde proje ruhsat aşamasındaydı. Bu sene besi çiftliklerinin yerini sözde villalar (dublex, Fransız balkon, Amerikan kapı) almış. Komşuları besi çiftlikleri ve kesif kokuları. Kozbeyli sırtlarına çıktığımda ufuklarda her bir tepenin, sırtın, üstünde, kartal falan uçtuğu yok onlar çok önceden buraları terk etmişler. Leş kargaları gelmiş yerleşmiş.

Yolumun üstünde her turda mola verdiğim koca çınar ve dibindeki köy çeşmesine geldim. Uzun yalağı ve yalak kadar uzun olan çeşme duvarının bir köşesinde falanca tarafından onarılmış diğer köşesinde anlamsız bir yazı, “……..” Mataramdaki suyu daha güvenli buldum. Kurbağalar, çeşme taşına oturmak istediğimde yalağın suyuna daldılar ama fazla kalamayıp çıktıklarında sessizliği dinlerken konuştum onlarla. Nolcak sanki, delirmiş diyecek yok ki etrafta. Koyu yeşil olmuş kurbağa, dalsa mı suya çıksa mı? Kaldı arafta. Ritmi bozmayalım derken kafayı bozacağız kalk Azmi.

Buradan sonrasında bir hayli uzun bir iniş var. Rüzgarın bağrıma eseceği bir hızla iniliyor. Korunmak için, önce bisikletin üzerine yattım, kaskı burnuma kadar indirdim, olmadı. Selede şöyle bi meydan okur gibi doğruldum: “Biz ne yangınlar gördük öylece bırak beni, ben ne yaralar aldım hiçbiri öldürmedi, bas yoluna git unut kendini.” Eski Foça Gerenköy Kavşağına geldim bir solukta. Hayatta bu kadar kolay olsa ne olurdu hep iniş hep hızlı gönlünce akıcı! Yaradan için bir şey değişmezdi sanki, bizim imtihanda inişe göre kolay olurdu. Fazla uzama Azmi. Bir taş, hop teker, ters dönüş, ayaklar havada göğe bakarken bulursan kendini, bi kulağın çekilmediği kalabilir. Yaradanın işine karışılmaz.

Gerenköy’ün alt tarafından çok geçtim Menemen’den Foça’ya giderken ama üst taraftan ilk defa girdim. Jilet gibi asfalt, evler, iki katlı bakımlı köy evleri (köyden şehre geçim derdiyle göç edenler, şehirden köye keyif için yerleşenler) bağ bahçe, ağaç, yeşil, köye girdim. Sanki Eurosport’ta Fransız Bisiklet turundayım. Yollar tertemiz, bir tek çöp bidonu yok, görüntüyü bozan yapılaşma yok. Hayretler içerisindeyken merkeze giriş levhasını okudum ama sıcağa yakalanırım diye girmedim. Alt çıkıştan Bağarası’na döndüm. Bu yol Menemen’e, İzmir istikametine gidenler için kestirme, ama tercih etmem, dar. Nedense benimle aynı fikirde olmayan birçok araç geçti. Bana açık geçenlere “Eyvallah” kapalı geçenlere “Allah Allah” diyerek gidiyorum dar yolda.

Bağarasına geldim. Araçtan geçilmiyor trafik lambası bile var, duraklar insan dolu. Yolun sağına park etmiş araçlar yakınlarından geçemiyorum biri kapıyı açarsa yolun ortasında bir başka aracın altında, demin Hakk’a ettiğimi bulurum diye yolun ortasına attım kendimi, önden gelene yol veriyorum arkamdaki peşime takılıyor. Bi fazla demek bazen gerekiyor, 200 metre sonra merkezden çıktığımda kenara çekileceğim sabret biraz. Burada da birçok site yapılınca adını Yenibağarası diye değiştirmişler. Eskinin suyunu çıkarmışlar çünkü.

Eski Bağarası’na sapınca rahatladım. Bazen sabah kahvesi daha sık çay içtiğim kahvehane uzaktan gözüktü her zaman oturduğum masamı kapmışlar ben de bir sandalye alıp yan tarafa otururken “Selamün Aleyküm.”

Bundan sonra deniz esintisinin güçlü olduğu ayrıca hafif ve devamlı rampa çıkacağım Yeni Foça yolunda süreceğim. İyice dinlendikten sonra pedallamaya başladım. Burada komando okulu ve eğitim alanları neredeyse yol boyunca devam ettiğinden evler uzaklara tepelere uçmuş. Daha önce buralarda durduğumda nöbetçi askerler düdüklerini yutacak şekilde öttürüyorlardı. Şimdi, ya askeriye gevşedi! Ya da beni tanıdılar!

Sıcağa yakalanmadan döndüm. Sıcağa yakalanmamak: TV’lerin pompaladığı hava ısınacak haberlerinin sendromunu. Doğru, sıcak ama, 40 kere de söylenmez ki.