Sokakları cadde, caddeleri bulvar yaptık, mahalleleri semt, şehirleri kent, kentleri metropol yaptık.

Komşuyu el, eli yabancı yaptık.

Gelmeyi kestik, gitmeyi adet edindik.

Sohbeti televizyona, televizyonu dizilere bağladık.

Kardeşliği arkadaş, arkadaşlığı dost, dostluğu ahbap, ahbabı gülümsemelerle geçiştirdik.

Dedikoduları gıybet, gıybeti kıskançlığa çektik.

Dar pencereleri genişlettik, geniş kapıları daralttık.

Komşular, arkadaşlar, akrabalar, büyükler, küçükler, çok yakınım dediğimiz kimseler, sırrımızı söylediğimiz sırdaşları, gönlümüzden sildik, gözümüzün önünden çektik, aklımızdan çıkardık, dilimizden düşürdük.

Küçücük, büklüm büklüm aklımızı, mobil denen telefona kaydettik. İyice küçülmüş dünyamızı el kadar telefona sığdıracağımızı zannettik. Onun her bir programı ile dost olduk, sırdaşımız şifreli notlarımız oldu.

Güzel konuşmayı 20 kelimeye, okumayı, zaman yok dediye, gönlü okşamayı, nasihat etmeyi, adam sendeye, gönül almayı boşa kürek çekmeye, teselliyi kendi düşen ağlamaza feda ettik.

Kendi kendimize dünyamızı varettik.

Hayallerimizi darettik.

Dünü unuttuk,

Bugünü kurtardık

Yarını adam sendeyle bir ettik.

Yetmezliğin tatminsizliğine, sonu olmayan muhterisliğine, her şeyimizi feda ettik.

Örf adet gelenek, büyük küçük görenek, bencilliğe, “Beni ellemeyen yılan bin yıl yaşasın” demeyi atasözü diye söyledik.

Hiç hasta olmayacakmışız gibi, hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşadık. Hastalığı konduramadık, ölümü yakıştıramadık. Bir gün yaş, iki gün yas, üçüncü gün sıkıldık.

Eeeeee kendim ettim kendim buldum, ne arıyorduk ki?

Ne vereyim abime?

Kültür bitti, mantar verelim mi?