Önceki yazımda demokrasi ve hukukun Devletin toplumsal nizamı olduğunun altını çizmiş Sayın Ali Naili Erdem ile Saygı Öztürk’ün Sözcü TV’deki programından söz etmiştim.

O yazımı okuyan, okumasa da TV programını izleyen birçok dostumuzdan telefon aldım. Sanki hepsi ağız birliği etmişçesine 97 yaşındaki Ali Naili Erdem’in konuşmalarından etkilendiklerini ve merkez sağda yeni bir diriliş hareketinin başlayabileceği yönündeki umutların arttığından söz ettiler. Cumartesi akşamı program tekrar yayınlandı, belli ki iyi reyting almış ve kaçıranlar tekrarını talep etmişler. Pazar günü telefon trafiği daha da hareketlendi, çaresizlikten muhtelif partilere dağılmış eski dostlar “hadi artık” diyerek bizleri motive etmeye çalışıyorlar. Biz bu konuyu hedefe varıncaya kadar hep gündemde tutacağız ama önce başlığımızdaki konuya yaşanmış bazı olaylarla değinmeye çalışalım.

Program sonrasında, Ali Naili Bey, telefon görüşmemizde, Süleyman Demirel’in hukukun üstünlüğüne ne kadar bağlı olduğunu ve gömlek cebinden hiç çıkarmadığı anayasa kitapçığının da onun en önemli aksesuarlarından biri olduğundan söz etmişti. Ben de bugünkü yazımda Demirel’in bu yönüyle ilgili yaşanmış bazı olayları anlatacağım.

Yıl 1979 Ecevit’in ünlü Güneş Motel Hükümeti iktidarda, ben de AP Gençlik Kolları Genel Başkanıyım. Mutat olduğu üzere bir basın bildirisi hazırladım ve basına servis edilmek üzere partinin basın müşaviri rahmetli Tahir Zengingönül’ün odasına girdim. Tahir abi odasında yoktu, masasına bıraktım çıkıyordum ki, partinin teksircisi Hasan elinde teksir edilmiş basın bildirileriyle içeri girdi. Ben daha merdivenlere varmadan korkunç bir patlama oldu. Meğerse Hasan odaya girip teksirleri masaya bırakırken açık pencereden içeriye bir bomba atılmış ve Hasan da panik halinde bombayı kaptığı gibi gerisin geriye dışarıya fırlatmış.

Görgü tanıklarının ifadesine göre bombayı atanlar Yüksel caddesinden, Konur sokağa doğru ilerleyerek gözden kaybolmuşlar. Hepimizde ortak kanı tam köşedeki TMMOB binasına sığındıkları yönündeydi. Birden o yöne doğru fırladık, eline taş, sopa ne bulduysa geçiren gençler öfkeyle oraya koşuyordu. Partideki genç milletvekilleri de olaya müdahil olmuşlardı. Benim durun, yapmayın yönündeki ikazlarım yeterli olamıyordu, bomba atanların illa ki silahları da vardı ve mesuliyetim altındaki gençlerin başlarına bir iş gelmesinden korkuyordum.

Eski Valilerden, Gümüşhane Senatörü Ömer Naci Bozkurt biraz da mesleki içgüdüyle sert bir şekilde gençleri uyardı ve toplantı salonuna girdik. Orada bize yatıştırıcı bir konuşma yaptı ve Devletin güçlü olduğunda falan söz etti. Gençler sakinlemişti ama öfkeleri dinmemişti.

Öğleden sonra Demirel Parti’ye geldi ve ilk iş bizleri yanına çağırmak oldu. Ben kısaca olayı özetledikten sonra, bazı gençler öfkeli biçimde konuşuyorlar, misilleme istiyorlardı. Demirel sonuna kadar herkesi dinledi bazı notlar aldı, sonra “bitti mi?” diyerek söze başladı mealen şunları söyledi:

“Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde hak arama yolu açıktır, siz hakkı kendiniz aramaya ve cezayı da kendiniz kesmeye kalkarsanız o zaman anarşi doğar, siz de suç işlemiş olursunuz. Biz yıllardır anarşiyle mücadele ediyoruz ama hukuktan ayrılmadan yapıyoruz bunu. Devletin polisi vardır, jandarması vardır, yargı organları vardır bu onların vazifesidir. Yeterli gelmiyorsa devlet gereken tedbirleri almaya mecburdur, ben gençlerinin yüzlercesi toprağın altında, yüzlercesi de hapishane köşelerinde çürüyen gençlerin lideri olmak istemiyorum” dedi hepimize sarıldı öptü ve yolcu etti.

İşte o zaman hepimiz sakinlemiş, öfkemizi kontrol almıştık. Bu ders sayesinde 30 yaşın altında bir milyona yakın üyesi olan AP Gençlik kollarından bir, iki münferit hadise dışında ne bir kaybımız ne de mahkum olanımız oldu. Eğer bütün liderler hukukun içinde kalmayı becerebilseydi 12 Eylül darbesi yaşanmazdı.

Demirel’in bir başka hukuk dersini ise Diyarbakır eski belediye başkanı Mehdi Zana “Bekle Diyarbakır” adlı kitabında anlatıyor. Mehdi Zana siyasete 1963 yılında TİP Silvan ilçe başkanı olarak başlıyor, 14 yıl sonra 1977’de TİP, diğer sol parti ve örgütlerle, daha o zaman yeni filizlenen bölücü güçlerin desteğiyle bağımsız Diyarbakır belediye başkanı seçiliyor.

Yerel seçimlerin hemen ardından Ecevit, AP’den bazı milletvekillerini istifa ettiriyor ve İstanbul Güneş motelde kurduğu siyasi hayatımızın en gayri ahlaki koalisyonu ile Demirel’i düşürüyor ve 11’ler hükümetini kuruyor. Tüm bu olayla cereyan ederken Diyarbakır belediyesinin kasası tam takır. Çöpler toplanamıyor, çalışanların maaşları ödenemiyor, en acil arızalara bile günler sonra müdahale edilebiliyor. Mehdi Zana çaresiz, solcu olarak bildiği, “İnsanca hakça düzen” diyen, “Halklara Özgürlük” diyen Başbakan Ecevit’in kendisine yardım edeceği umuduyla kapısını çalıyor. Ancak kapı duvar, Zana günlerce bekliyor özel kalem engelini aşamıyor. Her defasında “Sayın Başbakan’ın sizinle görüşecek bir şeyi yok” cevabı alıyor ve dönüyor.

Tam bir yıl sonra 79 ara seçimlerinden Demirel zaferle çıkıyor, Ecevit ise “millet bize muhalefet görevi verdi” diyerek istifa ediyor. Ardından da Demirel AP azınlık hükümetini kuruyor. Bu kez Diyarbakır’da bazı kimseler Zana’ya Demirel’in demokratlığında söz ederek bir de onun kapısını çalmasını söylüyorlar. Zana bu teklifi “Solcu Ecevit’ten bir şey görmedik, sağcı Demirel’den mi medet bekleyeceğiz?” diyerek önce reddediyor. Sonra da çaresiz, AP Diyarbakır Milletvekili Abdüllatif Ensarioğlu’ndan aracı olmasını istiyor. Demirel “başbakanlığa değil akşam eve buyursun” diyor.

Zana Devlete göre sosyalist bir bölücüdür, Diyarbakır halkının bir kısmına göre ise bir Kürt milliyetçisidir. Demirel’e göre ise o, Anayasa ve yasalara uygun olarak Diyarbakır halkının önemli bir çoğunluğunun oylarıyla seçilmiş meşru bir belediye başkanıdır. Evine davet ettiği konuğuna da o sıfatıyla muhatap oluyor. Demirel Zana’yı büyük bir dikkatle dinliyor, sıkıntı ve taleplerini tek, tek not ediyor. Sonra da şöyle diyor:

“Siz Diyarbakır’ın seçilmiş meşru şehreminisiniz, sizi kapıdan çevirmek size değil, Diyarbakır halkına ceza vermektir. Oysa bizim insanımız nerede yaşarsa yaşasın, hangi görüş ve inançta olursa olsun bu milletin asli unsurudur ve herkes kadar devletin şefkatli ellerinden yardım görmeye de hakkı vardır. Eskişehir’e, Konya’ya, Antalya’ya hangi kriter ve oranlara göre devlet desteği veriliyorsa Diyarbakır’a da aynı oranda verilecektir. Siz hukukun içinde kalarak devletin usul ve kurallarına uyduğunuz ve yasalara karşı gelmediğiniz sürece kimse size dokunamaz ve Diyarbakır’ı da devlet yardımından mahrum bırakamaz.” Sonra Abdullatif Ensarioğlu’na dönerek bu müjdeyi Diyarbakır halkına birlikte vermelerini söylüyor.

Hukuk devleti olmak işte böyle bir şeydir. Devlet kişilerin ve kurumların hakkı olan bir şeyi kendisinin veya kurumu yönetenlerin görüşleri, inançları, etnik kimlikleri nedeniyle esirgeyemez. Esirgerse hukukun dışına çıkmış olur. Kim bilir? Belki 12 Eylül darbesi olmasaydı, devleti yönetenler hukukun dışına çıkmasalardı, işkenceler yapılmasaydı, toplumun bir kısmı kayırılırken diğer kesim itilip kakılmasaydı bölücülük, terör, hiç olmayacaktı ya da en azından marjinal düzeyde kalacaktı. Devletin toplumsal nizamı bozulmayacak, huzur ve barış içinde olacaktık.

Bizim yıllardır söylediğimizi şimdi başkaları da söylemeye başladı. Türkiye’nin normalleşmesi, huzur ve sükuna kavuşması güçlü bir merkez sağ yapılanmasıyla olacaktır. 97 yaşında hukuk aşığı bir siyaset ustası elini taşın altına bu yaşta koyduysa Türkiye için umut var demektir. Kalın sağlıcakla…