İlkokul. Okuma yazma öğrendikten sonra, geliştirilmesi için öğretmenler “Günlük tutun, hergün ne yaptığınızı yazın” diye süregelen bir ödev verirlerdi. Her günümüzü yazarken başlangıçta “Sabah uyandım elimi yüzümü yıkadım… ile günlüğe başlardık.

Sabah.

Annemizin güzel sesiyle uyandırılırken (ben çocuk, annem sağ olsa) uyku mahmurluğu, yatak keyfi biraz daha sürer annemizin ses tonu bu nispette artardı.

Artık yatak odasına kapı çalınarak girildiği yaşlar geldiğinde sabah kalkabilmek için saatler kurulmaya başladığında komşunun duyduğu saat zilini bizler duymazdık kapı çalınıpta girildiğinde yataktan fırlayış ile tavandan sarkan abajura çarpardı başımız.

Yıllar geçtikçe uyanma şekilleri uyandığımızda ki haleti ruhiyemiz, hislerimiz, yüzlerimiz, yüreklerimiz, kalp atışlarımız, heyecanlarımız, morallerimiz, işe gitmenin bin tonunu yaşadığımız günlerimiz olmuştur. Sendromlar yetmezmiş gibi birde Pazartesiyi ekleriz. Ama nihayetinde,  ortaokul çağlarında babama, (ortaokulda olsam babama yine okusam.) Ahmet Kabaklı’yı okuduğum Tercüman Gazetesi’nin, başlığının altında “Her sabah dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır.” Diye yazılıydı.

Bunu idrak ettiğimiz, hayatın anlamını anladığımız yıllara rastlar.

İnsanoğlu şehri yapar.

Yaptığı şehrin bir uyanışı vardır. Şehri canlıya benzetirim. Plansız gelişen şehirleri mutasyona uğramış canlı gibi nitelendiririm. Planlı kent haza beyefendidir saygıyı hak eder, bu saygı zamanla sevgiye dönüşür.

Sevdiğimiz şehri hor kullanmayız, kullanmak istemeyiz. Kullandırtmayız. (Bunlar, başlı başına bir çok farklı anlatım şekliyle makale konusu olur.

Şehir sabah beşte uyanmalıdır.

Her insanın elini yüzünü yıkadığı gibi şehir, yıkanmalı temizlenmeli, süpürülüp, ondan sonra uyanacaklara hazırlanmalı. Sonra adım başı kurulmuş market dediğimiz alışveriş mağazaları lojistiğe başlamalı. Kağıtçı, tavukçu, gazlı içecek, yoğurtçu. Sebze meyve peynir tereyağ mandıra, kısa sürede erkenden  tamamlanmalı. Trafiğin üçüncü sırasına park etmemeli, boşaltmalı malı kamyonlar sıra sıra.

Sonra servisler çıkagelir caddelere, mümkünse sessiz, klaksonsuz, kornasız, sanayi şehri Manisa’ya! Fabrikalara işçi taşımaya.

Memur kahvaltısını işyerinde yapmaz, mesaisini aksatmaz. Dokuza kadar bunların telaşı biter. Dokuz olduğunda okul zili çalar haydi çocuklar sınıfa, istikbal onlarda.

Esnaf, eskinin ahi teşkilatıdır. O edeple canlanır caddeler, kalkar kepenkler, aydınlanır vitrinler. Bu, şehrin kısacası uyanışıdır. Böyle olmalıdır.

Hurra.

Sinemadan, maçtan çıkar gibi sokağa çıkılıyor. Üst üste araçlar, yetmezmiş gibi koca gün torbaya girmiş sanki, çöp kamyonları da bu curcunaya katılır.

Takıldın mı arkasına ne mesai ne okul kalır.

Sabah, stres ile başlayan “Her sabah taze bir başlangıçtır”hikayesi, taze birer maceraya kavgaya başlangıçtır.

Bu halde gidilen işyerinden hayır bekle artık. Herhangi bir şekilde yolda çatmadıysa kimseye. ilk gelene patlanır.

“Ben siftah yaptım komşumdan al.” Milli örfümüz. Güldürme beni. Fakir ülkelerin kaderidir gülememek, selam sabah verememek. Onun yerine “Ulan bana bak…” 

Oysa:

Sabahın ayazı, havanın tan yerinin ağarmadığı, ufacık bedenlerin gözlerinin açılmadığı mahmur, mahzun, ağlamaklı,  okullara gidilir, kitaplar defterler açılır, eğitim yapılıyor sanılır.

Esnaf keyfidir zorlama veya saat mefhumu, zaten sabah ezanında gelen de artık yoktur. Önce temizlik kovaları paspaslar, sonra sırayla mankenler, askıda donlar, kaldırıma. Caddeye bordür dibine salon fiskos köşesi gibi takımlar sehpa, tabure konulur. Sehpa, seslenilmeyince masa, tabureler koltuk olur.

Süpürülen işyerleri, kaldırımın dibine boşaltılır çöpleri. Sabahın köründe tak tuklar, inşaatın önüne caddeye indirilen demirler. Karayollarında alışa geldiğimiz çok uzaklardan okunsun tipinde görüntü kirliliği devasa tabelalar. Tabeladan medet ummalar. Okul önlerinde nöbet tutan, koca gece havlayan köpekler sabah kaldırımlarda uykudalar. Mamalar saçılmış her yere, akşamdan kalan kemiklere musallat olur sinekler. Kaldırımlar kirin pasın aynası, ağaç dipleri izmarit tarlası. Yıkılmayan izinsiz yapılar cabası…

Çöken, oynayan, sık sık kazılıp bozulan kilit parke taşlar, tamirat için kazılan asfaltlar, unutulan çukurlar. Tamiratlar için araya aracı konulur. Tamiratlar eskisinden kötü olur. Asfalt döküldüğü gibi manda… lök diye kalır, parke taşlar acemi usta savunması çökecek diye hep kodsuz yüksekçe yapılır. Kış boyu bakılan ekilip biçilen yeşillikler, baharla birlikte masalar sandalyeler ezilen bozulan çimler… Daha neler neler. Çek kulağını uzasın derler.  Uyanmamış toplumun, sabah uyandığında yaşadığı bir şehrin kültürüdür bu.

Bunu, üstüne alınmayanlar çıkabilir.

Kamudan sivil toplum kuruluşlarına kadar her gruptan insanın yaşadığı Manisa’dan bahsediyorum.

Bu şehir! yedisinde neyse yetmişinde de o. Geleceği olmaz mı canlıların? Canlı diye nitelendirdiğim gelişen kentin.

Bu kentin uyanışı değil.

Unutuluşudur.