Yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimleri sonuçlandı. 31 Mart seçimlerini 13 bin oy farkla kazanan İmamoğlu bu kez rakibine 806 bin oy fark attı. Böylelikle İstanbul seçmeni 6 Mayıs tarihli YSK kararının kamu vicdanında tasvip görmediğini göstermiş ve bir kere daha milli iradenin üstünde başka bir güç olmadığını kanıtlamıştır. Elbette farkın bu kadar açılmasında başka etkenler de vardır, bugün kısaca bunları analiz etmeye çalışacağım.

                Doğrusunu söylemek gerekirse, adayların belirlendiği Ocak ayı başında Ekrem İmamoğlu’nun adı telaffuz edildiğinde çok fazla şans tanımamıştım. Zira toplum fazla tanımıyordu, özelliklerini, dünya görüşünü bilmiyordu. Rakibi ise deneyimli bir siyasetçi, başbakanlık, bakanlık, meclis başkanlığı yapmış, sahadan gelen bir mühendisti. Daha fazla tanınıyordu ve devletin gücü arkasındaydı.

                Zamanla halk İmamoğlu’nu tanıdı. Sevgi dilini, barış dilini, hoşgörüsünü, sevecenliğini, halkı kucaklayışını gördü. Dindar yönünü de keşfetti. Özellikle çaresizlikten hep AKP’ye oy veren merkez sağ seçmen üzerinde olumlu bir izlenim bıraktı. Halk onu sevdi, ancak hala altı oka mühür basmakta tereddüt edenler vardı. Herkes kendine göre bir yol buldu. Kimisi altı okun üstünü eliyle kapayarak mührü bastı. Kimisi de hiç sandığa gitmeyerek belki İmamoğlu’na oy vermedi ama rakibini eksiltti. Aradaki farkı hızla kapattı, 31 Marta gelirken son hafta öne geçti, 13 bin farkla da olsa seçimi kazandı.

Bir türlü hazmedemediler. Topal ördek dediler, çaldılar dediler, Anıtkabir’e gidişini bile içlerine sindiremediler. Bir şeyler oldu ama fark edemedik dediler, mesnetsiz iddialarla seçim kurullarını meşgul ettiler. Saydılar, saydılar sonuç alamadılar. Sonunda hukuku çürüttüler, müzakerelere bile katılmayan 7 kişi ile hukuksuz bir karara sebep oldular. Milli iradeyi hiçe saydılar. 6 Mayıs günü söyledik, bu adil olmayan karardan sonra İmamoğlu 10 puan fark atar dedik, attı.

Elbette Sayın İmamoğlu’nun mağduriyeti farkın bu kadar açılmasının tek sebebi değil ama tetikleyicisi olduğu aşikar. Peki nedir diğer nedenler?

Birinci neden kampanya sürecinde kullanılan dil. İmamoğlu bütün tahriklere rağmen üslubunu bozmadı, sevgi dilinden, hoşgörü dilinden vaz geçmedi, herkesi birden kucakladı. Ordu’da yaşandığı iddia edilen olayda bile kimseyi inandıramadılar. Oysa Sayın Yıldırım’ı geri plana itip öne çıkan Sayın Cumhurbaşkanı, öfke dilini kullandı, Sisi benzetmesi yaptı, YSK kararında olmamasına rağmen çaldılar sözünü dilinden düşürmedi. Kampanyayı sakin götüren Binali Bey de sonunda Reise uydu, puan kaybetti.

Diğer önemli bir neden ise yandaş medyanın akla mantığa sığmayan iftiraları, düzmece haberleri, kumpasları; trollerin, aklı eren herkesin anlayabileceği acemice yapılmış iftira fotoğrafları, saçma sapan paylaşımları seçmen üzerinde beklediklerinin aksine olumsuz etki yaratmış, karşı tarafı daha da bilemiştir. Hele, hele malum kadının bir televizyon programında, 17 yıl sonra gerçekleşen tarihi adaylar buluşmasının moderatörü İsmail Küçükkaya üzerinden kriz yaratmaya çalışması ve sonrasında Yıldırım’n danışmanlarınca saptırılarak, olayın yandaş medya tarafından Sayın Cumhurbaşkanı ve Yıldırım’ın da dahil olduğu bir linç kampanyasına dönüştürülmek istenmesi kamuoyunda ters tepmiştir. Herkesin gözü önünde cereyan eden programda Küçükkaya tarafsız bir yönetim göstermiş ve adaylardan takdir görmüş ve teşekkür almıştır. Bana göre, Küçükkaya tarafsızlığına rağmen, Yıldırım’ın söz kesmelerine müdahale etmeyerek ve Sayıştay Raporu ile FETÖ konusunda Yıldırım’ı sıkıştırmayarak onu korumuştur bile.

Kampanya sürecinde bazı bakanlar ve Sayın Bahçeli tehditkar sözleriyle milli iradeyi hiçe sayan konuşmalar yapmışlar bu da seçmen üzerinde olumsuz etki yaratmıştır.

Sayın İmamoğlu mütevazı kişiliğiyle ve halkın arasında korumasız dolaşarak puan toplarken Sayın Yıldırım kampanya süresi boyunca onlarca koruma ve Devlete ait araçlarla gezerek hem tepki çekmiş hem de seçim yasalarını ihlal etmiştir. Sorulduğunda ise bunun hakkı olduğunu, devletin eski başbakan ve meclis başkanlarına bu araçları tahsis ettiğini söyleyebilmiştir. Oysa hepimiz biliyoruz ki; TBMM eski başkanı Sayın Cindoruk her yere kendi aracıyla gitmekte devletin tahsis ettiği korumasını da aynı araçta götürmektedir. Keza Sayın Toptan, Sayın Çiçek, sağlığında merhum İsmet Sezgin hiç böylesine debdebe içinde değildiler. 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel de görevden ayrıldıktan sonra tek bir koruma aracıyla doktoru ve birkaç koruması ile katılırdı toplantılara. Sayın Necdet Sezer de kendi aracını kullananlardandır. Debdebeyi seven Sayın Tansu Çiller ve Mesut Yılmaz da hiçbir zaman ikiden fazla araçla gezmezler. Elbette bu husus toplu taşıma araçlarına binerken bile akbilinin bakiyesini düşünen İstanbul halkının gözünden kaçmamıştır. Binali Yıldırım bir anlamda gösteriş hevesinin ve kibirinin kurbanı olmuştur.

Daha birçok neden sayabiliriz AKP’nin bu tarihi hezimetine ama en büyük gafı en sona sakladık.

Son çırpınışlarla iktidarın İmralı’daki terörist başından medet umması farkın iyice açılmasının en önemli sebeplerindendir. Müktesebatı belli olmayan bir doçent, devlet eliyle İmralı’ya gönderiliyor, hangi tavizlerle olduğunu bilmediğimiz sebeplerle “tarafsızlık” mektubu alınıyor, TV’lerde okunuyor ve devletin ajansı eliyle servis ediliyor. Üstelik devlet ajansı Türkçe metinlerde terörist başı ifadesi kullanırken, Kürtçe metinde bu ifadeyi çıkararak “Öcalan” diye servis ediyor. Bu yetmiyor Devletin televizyonu Kürtçe yayında kırmızı bültenle arandığı ve 74 askerimizin şehit edilmesinden sorumlu olduğu söylenen Terörist başının kardeşini yayına çıkarıyor. Tüm bu olaylar cereyan ederken Sayın Cumhurbaşkanı da katılmakta olduğu televizyonların bir ortak yayınında bu vahim olayı gayet normal karşılıyor ve HDP ile İmralı arasındaki bir görüş ayrılığı olarak niteliyor. Bahçeli’nin ertesi günkü açıklaması ise akıllara ziyan. Bahçeli adeta Terörist başını haklı buluyor HDP’yi ise kötülüyor. Ne diyelim? Allah kimseyi Terörist başını savunacak duruma düşürmesin. Tabi bu durumda fanatik Bahçeli severlerin dışında MHP’ye oy verenlerden ve AKP içindeki milliyetçilerden Binali Yıldırım’a oy vermeleri de beklenemezdi.

Hatalarıyla sevaplarıyla bir İstanbul seçimi geride kaldı. Seçimi kim kazandı derseniz, İnsana değer verenler, demokratlar, Cumhuriyetçiler, millet egemenliğine inananlar, hak, hukuk ve adaletten yana olanlar, toplumu ayrıştırmayan, kucaklaştıranlar kazandı. Kaybedeni ise Binali Yıldırım mı? Elbette değil kazananı, kaybedeni bir sonraki yazımızda irdeleyeceğiz.

İnşallah, her şey çok güzel olur. Kalın sağlıcakla…