Çok şey var! Evet geçen haftaki yazımızdan bu yana çok şey var. Değinilecek o kadar çok konu var ki; neyi yorumlayacağımı kestiremedim.

Zaferler kazanan Azerbaycan güçlerinin ilerleyişi sayesinde Paşinyan’ın teslim bayrağını çekmesi ve buna mukabil İlham Aliyev’in sosyal medyada trend topik olan videosu başlı başına bir konu. Öte yandan imzalanan anlaşmayla beş yıllığına da olsa Rusların güney Kafkasya’ya inme olanağını kazanması, Karabağ’ın kalbi Hankendi’nin Ermenilere bırakılması da ayrı bir konu ve daha çok tartışılacaktır.

Ekonomideki baş aşağı gidiş, Sayın İlhan Kesici’nin aylar öncesinden haber verdiği ekonomide karakışın kapıda olduğu uyarısının gerçeğe dönme eğiliminin hızla artması. Sayın Albayrak’ın kimilerine göre istifasının istenmesi, kimilerine göre de “görevden affı talebinin” kabul edilmesi hafta sonuna damgasını vurdu. Dahası istifanın ardından dövizdeki ciddi orandaki düşüş, 40 yıldır ekonomi ile haşır neşir olduğum halde hiç duymadığım “boş koltuk teorisi”ni haklı çıkaracak şekilde yaşanan gelişmeler de analiz edilmesi gereken bir konudur.

Daha başka konular da var elbette ama ben bu hafta Biden’i ele alacağım. Geçtiğimiz hafta seçimi kazandığı ve A.B.D’nin 46. Başkanı olduğu ilan edilen Biden kimdir? Neden seçim sürecinde Türkiye’de tereddütle karşılanıyordu? Neden Trump bile ehven-i şer görünüyordu? Gerçekten Biden’in seçilmesi Türkiye için bir tehdit unsuru mudur? Bunları yorumlayacağız.

Türkiye’de Cumhuriyetçilerin bize daha yakın, Demokratların ise mesafeli oldukları yönünde özellikle bürokratik çevrelerde yaygın bir kanaat vardır. Bu kanaatin oluşmasında en büyük etken A.B.D’ne resmi ziyarette bulunan ilk Cumhurbaşkanı olan merhum Celal Bayar’ın Başkan Eisenhower tarafından Beyaz saray merdivenlerinde karşılanışıdır. Celal Bayar askeri törenle karşılanmış, Beyaz saray önündeki caddeyi dolduran ellerinde Türk ve Amerikan bayrakları taşıyan ve büyük tezahüratta bulunan on binlerce Amerikalıyı Başkan Eisenhower’la birlikte selamlamıştır. Bu tören o güne kadar A.B.D başkanlarının diğer ülkelerin Devlet başkanlarına uyguladıkları karşılamaların da fevkindeydi. Bu törenin görüntüleri devlet arşivlerinde var mıdır? Yoksa tıpkı Atatürk’ün Anıtkabir’e nakledildiği 10 Kasım 1953 tarihli merasimin kayıtlarının 27 mayıs cuntası tarafından yok edildiği gibi yok edilmiş midir? Bilmem ama bende var. O tarihte A.B.D’ de proje kapsamında ihtisasta bulunan yüksek ziraat mühendisi, eniştem Sami Er tarafından 8 mm filmle tespit edilmiş olup dijital bir kopyası bendedir. O tarihlerde başta 9. Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel olmak üzere yüzlerce mühendis A.B.D’ne giderek alanlarında ihtisas yapma fırsatı bulmuşlar ve bu deneyimlerini ülke kalkınmasında kullanmışlardır. Bunların bir çoğu siyasette ve bürokraside önemli görevlerde bulunmuşlardır. Elbette bunun da Cumhuriyetçilere karşı duyulan sempatinin pekişmesinde etkisi olmuştur.

Oysa Türkiye’ye ilk askeri ve ekonomik yardımı 1947 yılında başlatan Henry Truman bir demokrattı, fakat hep Hiroşima faciasından sorumlu tutulduğu için kendisine hiç sempati duyulmadı. Eisenhower’dan sonra gelen John Fred Kennedy de Türk dostu ve Atatürk hayranıydı. Yakın zamanda Clinton da hem Türk dostu hem de Demirel hayranıydı. Demem odur ki; A.B.D başkanlarının Türkiye’ye karşı tavırları partilerine göre değil A.B.D’nin dönemsel çıkarlarına göre şekillenir.

Evet! Biden’in Türkiye’ye karşı söylediği sözler unutulmadı. Hem Obama’nın yardımcısı olduğu dönemde hem de henüz başkan adayı olmadan sarf ettiği sözler yenilir yutulur değildir. Ancak hemen her ülkede olduğu gibi seçim dönemlerinde iç politika için söylenen sözler çok da fazla ciddiye alınmamalıdır. Diplomatik kurallar çerçevesinde ve ciddi ve güvenilir bir yaklaşımla törpülenemeyecek bir tavır olamaz. Yeter ki öfke dilini değil diplomasi dilini kullanalım.

Açıkçası Biden, Sayın Cumhurbaşkanına en ağır hakaretleri içeren mektubu yollayan rakibi kadar saygısız olmamıştır. Türk ekonomisi batırma tehditleri savurmamıştır. Biden, Her şeyden önce şarlatan bir iş adamı değil devlet adamıdır ve devlet adabıyla hareket edeceğinden kuşkum yoktur. Yeter ki muhatapları da aynı dilden konuşsunlar.

Gelelim başkan yardımcısı Kamala Harris’e. Bayan Harris Jamaika’lı bir baba ve Hint kökenli A.B.D vatandaşı bir profesör annenin kızıdır. Küçük yaşta anne ve baba ayrılınca annesi tarafından büyütülmüş ve Hint kültürü de almıştır ve kendini Asia-Amerikan olarak hissediyor. Annesinin memleketi Madras’a da çok kez gitmiş ve orada hep sari (Hintli kadınların geleneksel giysisi) giymiştir

Aneannesi Tamil kökenlidir, kadınların doğum kontrolü için köy köy dolaşıp telkinde bulunan çağdaş ve aydın bir kadındır. Dedesi Hindistan’da üst düzey bir bürokrat ve Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesinde ön safta yer almış bir kişi. Mustafa Kemal’den ilham aldıklarını gizlemiyor. Hatta torununa Kamala isminin verilmesini öneriyor. Hindistan’da tıpkı Türk isimlerinde olduğu gibi kız çocukların isimleri “a” ile bitiyor. Kemal, Kemale; Kamil, Kamile gibi. Orada da erkeklere Kamal kadınlara Kamala ismi veriliyor. Kamal, Kemal isminin Hintçe telaffuzu. Kamala Harris’in adı Mustafa Kemal sevgisinden geliyor.

Kamala Hindistan’ın halkı Müslüman olan Keşmir’i işgalinde Müslümanların tarafında yer alıyor. A.B.D Kongresinde söz alarak Keşmir lehinde konuşuyor. Özetle Kamala A.B.D’nin ilk azınlık ve kadın başkan yardımcısı. Anti emperyalist birinin kanını taşıyor, hümanist ve Müslüman dostu. Adalet ve hakkaniyetten yana bir tavır sergileyeceği aşikar. İhtiyar Biden’in kararlarını da etkileyeceği muhakkak.

Açıkçası ben Biden’in Türkiye için bir handikap değil belki de fırsat olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu tabi ki hukuk tanımayan, diplomatik dil yerine öfke dili kullananların, her şeyi ben bilirimci zihniyetiyle değil karşılıklı güvene dayalı diyalog kapısı açık bir yaklaşım ve geleneksel dış politikayla olur. Benden söylemesi…

Türkiye için hayırlısını diliyorum. Kalın sağlıcakla…