Bu hafta Türkiye Cumhuriyetinin 23üncü başbakanı Prof.Dr. Necmettin Erbakan hakkında yazacağım. Erbakan 29 Ekim 1926 günü Sinop’ta dünyaya gelmiş 27 Şubat 2011 günü Ankara’da vefat etmiştir. Anne tarafı Çerkes asıllı baba tarafı ise Adana Kozan, Tufanbeyli ve Osmaniye taraflarında hüküm süren Türkmen hanedanı Kozanoğulları’na dayanır. Ölümünün 7inci yılına rastlayan 24 Şubat-2 Mart haftası kurucusu olduğu Milli Görüş camiası tarafından Erbakan haftası olarak ilan edildi. 

            Hayatımın hiçbir döneminde Milli Görüşe yakın olmadım, aksine dinin siyasete alet edilmesinin hep karşısında oldum, Erbakan Hocayı da hep eleştirenlerden oldum. Ancak bu tavrım onun gerek Ecevit gerekse Demirel’in başbakanlıkları dönemlerindeki Başbakan yardımcılıklarında ve Refahyol Hükümetindeki başbakanlığındaki vakur tavrı, devlet adamı kimliği ve milli duruşunu takdir etmeme engel değildir. Muhalefetteki söylemleri ile devleti yönetirken siyasetçilerin takındıkları tavırlar hep farklı olmuştur. Erbakan da öyleydi muhalefette ne kadar şahinse, sorumsuzsa, devlet yönetirken de o kadar sorumlu ve Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerine, çıkarlarına ve milli politikalarına sadık olmasını becerebilmişti. 

            Onun başbakanı olduğu dönemde ulusal çıkarlar korunmuş, dış baskılara ve yönlendirmelere karşı çıkılmış, dış tehditlere boyun eğilmemiştir. Bugün şeker fabrikalarının satışa çıkarılmasıyla ilgili haklı bir toplumsal bir muhalefet var. Erbakan-Çiller koalisyonu, tütün kanunu dayatmasına da şeker kanunu dayatmasına da karşı çıkmış Türk çiftçisinin çıkarlarını korumuştu. Oysa 28 Şubat sonrası Hükümetler döneminde bu kanunlar bir bir çıkarıldı Tarım Satış Birlikleri yasasıyla da Birlikler adeta yok olmaya mahkum edildi. Bugün Şeker Kurumu lav edilip fabrikalar satışa çıkarılıyor ve Türk halkı uluslararası tekellerin ürettiği sağlıksız NBS yani mısır şurubuna mahkum bırakılmak isteniyorsa bunun dayanağı bugün cumhur ittifakıyla tutunmaya çalışan Sayın Bahçeli’nin altında imzası olan Şeker Kanunudur. 

            Erbakan İslamcıydı ama aynı zamanda Cumhuriyetçi ve milliciydi. Onun döneminde çocuk istismarı, kadına karşı şiddet, taciz olayları bugünkü boyuta ulaşmamıştı. Kimse kalkıp istismarcıları korumuyor, bir kereden bir şey olmaz demiyordu. Çocuk istismarını caiz gösteren, adına bademleme diyen sapkın sözde ulemalar türememişti. Onun döneminde kadın erkek aynı asansöre binemez diyen, yoğun bakım ünitelerini kadın erkek olarak ayrılmasını isteyen, battaniyeden, yastıktan, çarşaftan tahrik olunabileceğini, baharat, ketçap ve kahvenin şehvet uyandıracağını iddia eden psikomani düzeyine varan sapkın, meczup sözde ilahiyatçılar hiç yoktu. TRT kamu yayıncısı gibi hareket eder, tek yanlı propagandaya alet olmaz, ekranlarında Cumhuriyete ve Atatürk’e hakaret edilmez, buz pateni gibi sportif bir faaliyet asla sansür edilmezdi. Erbakan FETÖ’ye prim vermez, fesli deli Kadir ağzını bile açamazdı. Koruma ordusuyla gezmez, israf ve haramdan kaçınırdı. Halkı düşünürdü, esnaf ve sanatkara, çiftçiye sahip çıkardı, döneminde %7,5 kalkınma hızı yakalanmış enflasyon makul düzeydeydi. 

            TARİŞ Genel Müdürüydüm, pamuk, üzüm, incir ve zeytinyağı ürün bedellerini gecikmeden ödemek, ortaklarımızı mağdur etmemek amacıyla Hazineden DFİF kaynaklı kredi talep etmek üzere Ankara’ya gelmiştim. Bakanlıktan onayımızı aldık, Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Sayın Ufuk Söylemez’den de olurumuzu almıştık. Ancak koalisyon protokolü gereği Refah Partili Devlet Bakanı merhum Fehim Adak’ın da izni gerekiyordu. RP Bingöl milletvekili dostumuz Hüsamettin Korkutata kanalıyla randevu aldık Fehim Adak’ı da ziyaret ettik. Ancak, merhum Adak Birliklerin para yutan kara delikler olduğunu ve istediğimiz paranın verilemeyeceğini söyledi. Ben de durumu hem Sayın Söylemez’e hem de bakanımız Yalım Erez’e arz ederek umutsuz bir şekilde İzmir’e dönmeye karar verdim. 

            Esenboğa Hava Limanı VİP salonunda bekliyordum. Merhum Erbakan, yanında Sayın Abdullah Gül ve birkaç bakanla salona girdiler, hemen yanımdaki oturma gurubuna oturdular. Erbakan gözlüğünün altından beni süzüyordu, göz göze geldik ve son derece kibarca “zatı alilerinizi tanıyabilir miyiz?” diyerek yanına çağırdı. Hemen gittim kendimi tanıttım ve fırsatta istifadeyle derdimi anlattım, Fehim Adak’ın cevabını da naklettim. Birkaç dakikada aslında Birliklerin kara delik olmadığını, piyasada regülasyon görevi yaptığını, yeterli ürün alınamazsa Tüccarın çiftçiyi mağdur edeceğini, dış piyasalardaki fiyatların da olumsuz etkilenerek ülkenin döviz kaybına uğrayacağını da anlatarak bu paraya ne kadar ihtiyacımız olduğunu özetledim. İç piyasa, dış piyasa, ürün bedelleri ve alım miktarlarına ilişkin birkaç soru sordu, cevapladım. Gözlerimin içine bakarak takdir sözleri söyledi ve Fehim Adak’ı aramalarını istedi. O esnada İzmir yolcularını alıyorlardı, izin istedim ve ayrıldım. 

            Uçaktan inip TARİŞ’e ulaştığımda hiç de alışık olmadığım bir şekilde başta pamukçular olmak üzere bazı yönetim kurulu üyeleri kapıda bekliyorlardı. Boynuma sarıldılar ve beklenen paraların geldiğini müjdelediler. Bir saatlik uçak yolculuğu süresi içinde, Başbakan’ın talimatıyla Fehim Adak gerekli onayı vermiş ve zaten Hazine’de hazır bekleyen evraklar anında Ziraat Bankasına gönderilerek benden önce paranın hesaba geçmesi sağlanmıştı. İşte Erbakan böyle bir adamdı. 

            Ne yazık ki onun iktidardan düşmesi muarız ve muhaliflerinden değil, kendi yetiştirdiği evlatlarının oyunlarından geldi. Bugün 28 Şubat çok şey söylendi, yazıldı, çizildi, göstermelik davalar açıldı ama bir türlü gerçeklere ulaşılamadı. Kim bilir? Belki bir gün gerçekler ortaya çıkar, Türkiye üzerinde oynanan oyunlar su yüzüne çıkar. 

            Yeni Türkiye’ye alışamadık. Kendi siyasi görüşleri bir yana, her şeyden önce Devletin bekasını, birlik ve bütünlüğünü, milletin refah ve saadetini düşünen eski Türkiye’nin liderlerini, Demirel’i, Erbakan’ı, Ecevit’i, Türkeş’i çok arayacağız. Mekanları cennet olsun. 

            Kalın sağlıcakla…