Henüz altı yaşımdaydım, ılık bir Ankara akşamıydı erkenden yattık. Daha gün ağarmamıştı ki, dışarıdan gelen gürültüler ve babamın açtığı radyonun sesiyle uyandık. Abim ve ben yatak odamızın aralık kapısından annem ve babamı izliyorduk, endişeli yüzleri vardı ve birbirlerini teskin etmeye çalışıyorlardı. Radyoda tok sesli bir adam, yıllar sonra Alpaslan Türkeş olduğunu öğrendiğim kişi, darbe olduğunu ve ordunun idareye el koyduğunu söylüyordu. Tabi ben bir şey anlamıyordum ama sanırım abim olan bitenin farkındaydı. 

            Babam yerinden kalktı, tıraş oldu, abdest aldı ve namazını kıldıktan sonra en yeni elbiselerini giyerek beklemeye başladı. Çok geçmeden askerler kapıya dayandı, ellerinde thomson tüfekler, aldılar götürdüler babamı. Alt kat komşumuz Manisa milletvekili Orhan Ocakoğlu da aynı akıbete uğramıştı. Annem infial içindeydi, haykırıyor, isyan ediyordu. Neye uğradığımızı şaşırmıştık. Büyük bir elem ve keder içindeydik. Önce Harp Okuluna götürmüşler, ardından da askeri bir nakliye uçağıyla, kargo götürür gibi önce Yeşilyurt askeri hava alanına oradan da Yassıada’ya. 

            Yassıada’ya iki kez gittim. Aylar sonra görüşmeye izin verilince annem götürmüştü bizi. Kabataş iskelesinden silahların gölgesinde, bize reva gördükleri güverte altındaki havasız bodrum katında seyahat etmiştik. Adaya inişimiz, silahlı askerler eşliğinde tutukluların bulunduğu binaya gidişimiz, yanımızda bir üsteğmenin eşliğinde, sarılmamıza bile izin verilmeden hasret giderişimiz, üzerinden 57 yıl geçmiş olmasına rağmen hafızamdan hiç silinmiyor. 

            Durduk yerde Yassıada da nereden çıktı? Dediğinizi duyar gibi oluyorum. Durduk yerde çıkmadı, Sayın Cumhurbaşkanı Haber Türk televizyonuna verdiği özel mülakatta, önemli bir iş yapmış gibi kendisi getirdi konuyu gündeme. Büyük iş yapmışlar gibi elinde resimlerle anlattı nasıl tarihi yok ettiklerini. İbretlik çocukluk anılarımızı, bir dönemin iktidarının mensuplarının yaşadıkları acı hatıraları rant uğruna yok ettiler. 

            Ben Sinop cezaevini de, Ulucanlar cezaevini de gördüm. Düzene başkaldıranların da, eşkıyaların da, Sabahattin Ali gibi şairlerin de, Hilton koğuşu mağduru gazetecilerin de, Muhsin Yazıcıoğlu gibi gençlik önderlerinin de yattıkları koğuşları gördüm, hikayelerini öğrendim. 

            Ellie adasını da gördüm. Yüz küsur yıl önce Amerika’ya, Avrupa’dan ve dünyanın dört bir yanından gelen göçmenlerin yaşadıklarını, çektikleri ıstırabı gördüm. Özgürlük Heykelini ve adasını da gördüm. Amerikan halkının özgürlük ve bağımsızlıklarına nasıl kavuştuklarının hikayelerini öğrendim. İspanya’da, Fransa’da dünyanın birçok yerinde böyle anıt mekanlar ve müzeler vardır. 

            Ne olurdu? Yassıada’yı da aynıyla muhafaza edebilseydik, yeni kuşaklara adaletin katledildiği mekanları tanıtabilseydik, orada yaşananları anlatabilseydik. Ne olurdu? Sayın Nilüfer Gürsoy Hanımefendinin, Mutaharre Polatkan Hanımefendinin, 92 yaşındaki annemin gazetelere yansıyan beyanlarına kulak tıkanmasaydı. Yassıada hadisesinden 20 yıl sonra bile henüz doğmamış bir çocuğun mesleki ihtiraslarına kurban edilmeseydi demokrasi ayıbının yaşandığı mekanlar. İlla ki özgürlük ve demokrasi adası denilmek isteniyorsa, utanç binalarını aynıyla restore edilir, en görünür yerine de gözleri bantlı devasa bir adalet heykeli dikilirdi. İstanbul’un tepelerinden, sahillerinden her yerinden görünür, tıpkı Manhattan’a gelen gemiler gibi İstanbul’dan gelip, geçen bütün gemiler de görürdü. 

            Sayın Cumhurbaşkanı iyi şiir okur, Necip Fazıl’ı, Abdurrahim Karakoç’u, Mehmet Akif’i, uğruna bir başka demokrasi ayıbı olarak hapis yattığı Ziya Gökalp’i iyi bilir. Ne yazık ki; Faruk Nafiz Çamlıbel’i bilmiyor. Faruk Nafiz Çamlıbel için orada bulunan ifadesi kullandı. Sanıyorum onun da tıpkı Halide Edip gibi, Arif Nihat Asya gibi, Demokrat Parti milletvekili olduğunu söylememişler kendisine. Elinde yazılı metinden Faruk Nafiz’in dörtlüğünü bile düzgün okuyamadı. Kendisi Milli Görüşçü gençlerin önderi olduğu günlerde biz demokrat gençliğin önderleri olarak o şiiri meydanlarda, kürsülerde inkisarı huşu içinde okur salonları inletirdik. 

            AKP ne zaman bir seçim olsa Menderes’i hatırlıyor ama bana göre söylemleri de hep yapmacık kalıyor. Menderes üzerinden CHP’ye yükleniyor, Millet İttifakında yer alan diğer partileri de CHP ile ortak olmakla suçluyor. Oysa Menderes’i ağzına alacak en son parti AKP’dir. Neden mi? Anlatayım. 

            27 Mayıs sabahı sadece cumhurbaşkanı, başbakan, milletvekilleri ve bakanlar enterne edilmedi. Her ilde, ilçede hatta kasabalarda Demokrat Parti örgütünün ileri gelenleri, doğuda, güneydoğuda DP’yi destekleyen aşiret liderleri hepsi alındılar. Bazıları kısa süreli gözaltında kaldılar, bazıları Balmumcu garnizonunda, bazıları da Sivas kampında sorgusuz sualsiz aylarca tutuldular. O gün bu eza ve cefaya maruz kalanların, nahak yere hapsedilenlerin çocuklarını torunlarını CHP’nin de İYİ Partinin de milletvekili aday listelerinde görebilirsiniz, ama bir tane AKP’li göremezsiniz. Hiç mi dedesi, amcası, dayısı, eniştesi tutuklanan olmaz, ama yok işte. Ancak FETO ile resim çektiren vekiller ihmal edilmemiş. 

            İnfazların yapıldığı sabah Celal Bayar, İmralı adasındaki, hücresinden yüksek sesle yoklama yapar. İdam mahkumları “burada” diye cevap verir. İki isim okunduğunda ise cevap gelmez: Zorlu ve Polatkan. Menderes ise henüz oraya getirilmemiştir. Tam o sırada TBMM Reis vekili, Agah Erozan yanık sesiyle Kur’an okumaya başlar. İşte o idam mahkumu Erozan’ın oğlu bugün İYİ Parti Bursa liste başı adayıdır. CHP Isparta liste başı adayı sevgili kardeşimiz Mustafa Ceyhan’ın dedesi de Isparta’da tutuklananlardan. Keza Sayın İlhan Kesicinin babası ve daha birçokları da öyle. İYİ Parti ve CHP listelerindeler hepsi. HDP de bile var. Bitlis milletvekili Celadet Gaydalı’nın dedesi Selahattin İnan Yassıada’da idamla yargılandı, babası Abidin İnan Gaydalı ise Sivas kampı mağduru. O Dedesinin, babasının, amcası Kamran İnan ve kardeşinin yolundan gitmedi yanlış yola saptı ama hiç olmazsa AKP gibi bunu istismar etmiyor. 

            Hatalarıyla, günahlarıyla Yassıada tarihe mal olmuştur. Milletin gönlünden silinmeyen merhum Menderes de hatasıyla, sevabıyla tarihin derinliklerinde yerini almıştır. Bugün bunları istismara yeltenmek, onlar üzerinden siyasi rant devşirmeye kalkmak da abesle iştigaldir ve geri teper. Zira milletimiz artık, kavga istemiyor, kutuplaşma istemiyor, barış ve huzur arıyor. Geçmiş, geçmişte kalmıştır. İlkokula anasız, babasız tek başına başlamak zorunda kalan, onca acıyı yaşayan ben, artık bunu dert etmiyorum. Uzatılan barış elini tutuyorum. 

            Kalın sağlıcakla…