"Bir Demet Nergis" başlıklı yazımda, halkımızı ayrıştıracak bir dilden kaçınılması sevgi, barış ve hoşgörü dili kullanılması gerektiğini vurgulamıştım. Bu görüşlerimden çok olumlu tepkiler aldım. Hem evetçiler hem de hayırcılar, bundan ziyadesiyle memnun olduklarını bildirdiler. Peki bugün meydanlarda, TV'lerde, gazetelerde kullanılan dil, uygulanan yöntem bu mudur? Pek de öyle olduğunu söyleyemeyeceğim.
Hayırcılar, birkaç fanatik köşe yazarı dışında öfke dili yerine sevgi dili, barış dili kullanmaya, şahısları hedef almamaya özen gösteriyor. O birkaç fanatik de zaman içinde dillerini olumlu yönde değiştirdiler. Bunun da faydasını görüyorlar elbette.
Evetçiler ise öfke dilini tercih ediyorlar. Halkın oyuna sunulan anayasa değişikliğinin faziletlerini anlatmak yerine, karşı tarafı itham edip tehdit etmeye, halkın hassasiyeti olan konuları istismar etmeye kalkışıyorlar. Elbette devlet umuru görmüş aklı başında siyaset ve devlet adamlarını tenzih ederim ama işi iç savaş kışkırtıcılığına kadar götürenler de oldu. Tabi ki kamuoyu nezdinde bundan da zarar gördüler.
Son zamanlarda cereyan eden bazı hadiseler, kullanılan propaganda taktikleri, bazı afişler ve engellerle ilgili yurdun dört bir yanından eleştiriler geliyor. Bana ulaşan bu bilgi ve eleştirilerin büyük çoğunluğu da tabi ki yıllara dayanan dostluk ve gönül birliğimiz olan demokrat camiadan geliyor. Bunlardan bazılarına burada yer vermek istiyorum.
Şanlıurfa'dan arayan bir dostum AKP'nin yerel teşkilatının şehit Başvekil Adnan Menderes'in idam sehpasındaki görüntüsü ile evet propagandasına yönelik ibareler içeren dev bir pankart asıldığını, kanına dokunduğunu söylüyor. Nasıl olur da tek adam rejimini yıkan bir hareketin lideri, yeniden tek adamlık devrini açacak bir anayasa değişikliğine malzeme olabilirdi? 2010 Referandumunda rahmetli Aydın Menderes vesayet sisteminin kalkacağı düşüncesiyle tercihini evetten yana kullanmış, benzeri afişler o zaman da asılmıştı. Ancak ölümünden önce kendisini son ziyaretimizde bu tercihinden duyduğu pişmanlığı dile getirmiş "biz vesayet kalkacak diye destek verdik ama bugün başka bir vesayetle karşı karşıyayız" demişti. O zaman Demokratların kafası karışıktı, evet diyebilmek için partideki görevlerinden ayrılan dostlarımız bile vardı. Bugün durum farklıdır demokrat camiada hiçbir tereddüt yoktur, AKP'ne oy veren Demokratların bile tercihi hayırdan yanadır.
Meral Akşener'in toplantılarının engellenmesi, elektriklerinin kesilmesi, Sinan Ogan'ın, Ümit Özdağ'ın, Halaçoğlu'nun toplantılarının basılması da hayli infial uyandırmış. Hayır oylarını yukarı tırmandırmış.
Barzani'nin bayrağının Atatürk Havalimanında göndere çekilmesi ve hatayı kabul etmek yerine bunun bir prosedür gereği olduğunu ifade etmek de evet oylarına olumsuz etki etmiş. Üstüne üstlük Barzani'nin gelişinin ertesinde, Türkiye'deki uzantıları KDP'nin evet oyu vereceğini açıklaması da işin tuzu biberi oldu. Mardin'den arayan bir dostum çok endişeliydi. KDP, PKK'dan daha tehlikeli diyor. Zira PKK terörist, dünya da bunu böyle kabul ediyor zaten, devletin gücü onları yok etmeye muktedirdir, diyor. Ancak KDP entelektüel ve modern görüntüleriyle, ayrılıkçı amaçlarını gizleyebiliyor ve ilerde özerklik elde ederek son aşamada Barzani'yle birleşip Kürdistanı kurmakmış hayalleri. Ben de bu sayede fikir sahibi oldum. Göndere çekilen bayrakların ve Barzani'nin ziyaret sebebi de böylece anlaşılmış oldu.
Bakanlarımızın ve vatandaşlarımızın Almanya ve Hollanda'da maruz kaldıkları antidemokratik muameleler ve haksızlıklar gerek Türkiye'de ve gerekse Avrupa'da yurttaşlarımız arasında infiale sebep oldu ve ilk anda evet oylarında bir artış sağladı. Ancak olaylar yatışıp sakin kafayla düşünmeye başlayınca kafalar yeniden karıştı. Neden mi?
Birincisi A Haber kanalında programa çıkan, Tansu Çiller'in siyasi sonunu hazırlayan danışmanlardan, şimdinin AKP milletvekilinin "Almanya ve Hollanda'ya teşekkür etmeliyiz, onlar sayesinde evet oylarında 2-3 puanlık artış sağladık" mealindeki sözleri insanların kafasına bir acaba yerleştirdi. Sayın Başbakan da bu acabaların farkında olmalı ki; Hollanda olayının evet propagandası amacıyla kullanılmaması yönünde uyarı yapmak zorunda kalmış.
İkinci husus ise Avrupa ülkelerinin bizim bakanlarımıza propaganda izni vermediği gibi, aynı muameleyi bizim de başka ülkelere yapmış olmamız. Trakya İstanbul ve Bursa'da toplam 400 bin dolayında Bulgar vatandaşı seçmen yaşıyor. Bilindiği üzere Türk soydaşlarımızın hukukunu savunan Bulgaristan'da Hak ve Özgürlükler Partisi var, bunlar Bulgar Parlamentosuna çok sayıda milletvekili sokabilmiş ve Hükümetlere de ortak olmuştu. Ancak laik, demokrat ve sosyal adaletçi ve reformcu bir çizgide olan bu parti AKP hükümetlerinin emir kulu da olmuyordu. Bulgaristan Türklerini bölme pahasına AKP burada, kendi güdümünde muhafazakar ve İslamcı tandansta yeni bir parti kurdurdu, ama güdük kaldı. Hak ve Özgürlükler Partisinden Milletvekili olan bir soydaşımız Türkiye'ye gelerek buradaki 400 bin seçmen ile temas kurmak istedi. AKP hükümeti bırakınız toplantı yaptırmayı, Kapıkuleden yurda girmesine bile izin vermedi. Dahası, 2008 yılında Türkiye'de miting yapmak isteyen merhum Rauf Denktaş'a "git mitingini Kıbrıs'ta yap Türkiye'yi karıştırma" denildi. Şimdi ayni şeyi Avrupalılar yapınca biz ne demeliyiz?
Üçüncü ve belki de en önemli husus, AKP'nin seçim Kanununda yaptığı değişiklikle yurt dışında propaganda yasağı getirmiş olmasına rağmen, kendi getirdiği yasağı delerek sınırları zorlamasının sebebi nedir acaba? Acabalar çoğaldıkça ilk andaki evetlerdeki sıçrayış da durdu. Şimdi Antalya'dan dostlar arıyor rezervasyon iptallerinden sonra halimiz ne olacak diyor. Avrupa'daki dostlar arıyor ya oturumlarımız yenilenmezse diyor. Sanayici, ihracatçı soruyor ya siparişler iptal olursa diye. Neyse ki ortalık biraz duruldu, "AB bitmiştir", "en ağır yaptırımları uygulayacağız" diyen bakanlar ortada gözükmüyor. Yerini sağduyulu beyanlar aldı.
Bütün bu gerçekleri gördükten sonra artık hem yurt dışındaki hem de ülkemizdeki vatandaşların bu olaylardan etkilenmeden tercihlerini yapacaklarını düşünüyorum. Kalın Sağlıcakla...