Sayın Cumhurbaşkanının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İmamoğlu ile girdiği tatil polemiğini doğrusu biraz yadırgadım. AKP Genel başkanı sıfatıyla olsa bile Sayın İmamoğlu’nun hedef alınması siyasi bakımdan doğru olmamıştır. O zaman ister istemez onlarca kişinin öldüğü sel felaketinde AKP’li başkan Sayın Kadir Topbaş’ın nerede olduğu, sel mağdurlarının yanında olup olmadığı da sorgulanacaktır. Bu kabil sözlere hiç gerek yoktur, bizim siyaset geleneğimizde de böyle durumlar hiç yaşanmamıştır. Karşılıklı atışmaları televizyonlarda izleyince ister istemez merhum Süleyman Demirel’in başbakanlıkları döneminde bizzat tanık olduğum birkaç hadise geçti gözümün önünden.

Eskiden İstanbul Teknik Üniversitesinde 5 yıl okuyup mezun olanlar yüksek mühendis unvanı alırlardı. Sonraki yıllarda ise ODTÜ kurulup mühendis yetiştiren okulların sayısı artınca bugünkü sisteme dönüldü. Yani 4 yıl okuyan mühendis çıkıyor, üzerine mastır yapanlar ise yüksek mühendis unvanı alabiliyorlar. Eski yüksek mühendislerin “Yüksek Mühendisler Birliği” isimli bir dernekleri vardı. Üyeleri ise ülkenin en seçkin kişileriydi. Başbakanlar (sonraki yıllarda cumhurbaşkanı bile oldular) , bakanlar, müsteşarlar, genel müdürler, belediye başkanları, zamanının en güçlü müteahhitleri ve birçok tanınmış siyasetçi de bu derneğin üyesiydiler. İTÜ’nün kuruluşu her yıl bu derneğin verdiği bir resepsiyonla kutlanırdı.

Benim Ankara’da öğrenci olduğum yıllarda rahmetli eniştem de önemli bir genel müdür ve bu derneğin üyesiydi. O tarihteki resepsiyona başbakan Demirel’in de katılacağını öğrenince beni de resepsiyona götürdü. Başbakan yardımcısı merhum Erbakan, İTÜ’lü bakanlar merhum Selahattin Kılıç, Ekrem Ceyhun, Müsteşar Turgut Özal ve daha birçok siyasetçi ve üst düzey bürokratlar da oradaydılar. Y. Mimar Mühendis Ankara Belediye Başkanı CHP’li Vedat Dalokay da oradaydı. Merhum Dalokay fırsat buldukça Erbakan ve bakanlarla bir araya geliyor Ankara’nın ihtiyaçlarını aktarıyor ama asıl büyük projeleri için Demirel’i kolluyordu. Ben de Demirel’in yakınında bulunduğumdan sık sık Dalokay’la yan yana geliyordum.

Bir ara resepsiyonda bulunan İTÜ’lü CHP’li vekiller, Dalokay’a kendilerinden çok AP’liler ile bir arada olduğu için serzenişte bulundular. Dalokay’ın cevabı gayet net ve kendi partisinin vekillerini iğneler mahiyetteydi:

“Elbette onlarla beraber olacağım, biz yatırımları konuşuyoruz, Ankara’ya hizmet için konuşuyoruz, siz o işlerden anlamazsınız!”

CHP’li vekiller bu söz karşısında mahcup oldular ama orada bulunanlar da kahkahayı bastılar. Demirel de olayın farkına varınca Dalokay’ın koluna girerek sakin bir köşeye çekildiler ve bir süre görüştüler. Demirel’in yanından ayrılırken Dalokay’ın yüzü gülüyordu, anlaşılan istediği desteği koparmıştı.

Birkaç yıl sonra Dalokay gitmiş yerine Ali Dinçer seçilmişti. Ali Dinçer’in başkanlığı çoğunlukla merhum Ecevit’in başbakanlığında geçti ama bir türlü ekonomik durumun giderek kötüleşmesinden dolayı hükümetten istediği desteği bulamıyordu. 79 ara seçimi sonrası Ecevit istifa etti, azınlık hükümeti de olsa Demirel yeniden başbakan oldu. Demirel ekonomik istikrar tedbirleri adı verilen ekonomik paket sayesinde kısa sürede yoklukları ve karaborsayı kaldırdı, ekonomi giderek düzlüğe çıkıyordu. Merhum Turgut Özal hem DPT müsteşarı hem de başbakanlık müsteşar vekili olarak görevlendirilmişti ve istikrar tedbirlerini harfiyen uygulamaya çalışıyordu. Ancak sokaklarda kan gövdeyi götürüyor, bir türlü cumhurbaşkanı mecliste seçilemiyordu. Ne yazık ki; anarşiyi ve sokak kavgalarını önlemesi gerekenler, meğerse gizliden gizliye darbe hazırlığındaymışlar. Nitekim sonraki yıllarda “şartların oluşmasını bekledik“ diyerek bunu itiraf etmişlerdi.

Ankara Belediye Başkanı Ecevit döneminde bulamadığı desteği Demirel’den umuyor ama o da istikrar tedbirlerinden taviz vermeyen Turgut Özal’a takılıyordu. Tek çaresi vardı fırsatını bulup Demirel’i ikna etmek.

İşte böyle bir günde Demirel’ yurt dışında bir göreve uğurluyorduk. O zamanlar Başbakan ve cumhurbaşkanı eski terminalin normal VIP salonunu değil yabancı konuklar köşkü denilen müstakil binayı kullanırlardı. Ali Dinçer de uğurlayanlar arasındaydı. Başbakanın etrafı kalabalıktı ama merhum Dinçer bir fırsatını yakalayıp Demirel’in yanına sızdı. Sonrasında baş başa bir odaya geçtiler, biraz sonra Maliye Bakanı merhum İsmet Sezgin de odaya çağrıldı. Kısa bir süre sonra da görüşme tamamlandı.

İşte Ankara metrosunun temeli o gün atıldı. Hazine Ankara Belediyesinin temin edeceği dış krediye kefalet verecek, ve DPT’den de yatırım izni derhal onaylanacaktı. Ankara belediyesinin ihtiyaç duyacağı teknik destek de ulaştırma bakanlığınca sağlanacaktı. Ne yazık ki; 12 Eylül darbesi Ankara metrosuna da engel oldu. Metronun yeniden yapım işi tam 13 yıl gecikmeyle gene Demirel’in başbakanlığında ve gene CHP’li başkan Murat Karayalçın döneminde 29 Mart 1993 de başladı ve Kızılay Batıkent hattı 1997 de ulaşıma açıldı.

Rahmetli Demirel’in hizmet anlayışında, yerel yönetimlerde parti ayrımı gözetmeksizin açık işbirliği içinde olmak vardı. Ne Dalokay’la, Ali Dinçer’le, Alyanak ve Ahmet İsvan’la ne de Konya’nın MSP’li belediye başkanı Mehmet Keçeciler’le problemi olmamıştı. Yeni dönemde de ne başbakanlığında ne de Cumhurbaşkanlığında Melih Gökçek gibi biriyle bile kavga yaşamamıştı. Halkın seçtiği kim olursa olsun, hangi partili olursa olsun, memleket hizmeti için işbirliğinden kaçınmazdı. Devlet idaresinde olması gereken de odur.

O yüzdendir ki; Süleyman Demirel’in kendi taraftarlarının dışında ona hayatında hiç oy vermemiş, fikirlerini asla benimsememiş büyük bir çoğunluk da onu bugün arıyor ve özlüyor. O kaybettiği seçimlerden sonra bile “millete küsülmez” demek suretiyle millet iradesine ne kadar değer verdiğini hep göstermiştir.

İmamoğlu’nu da millet seçti… Hem de iki kez, hem de oylarını artırarak, farkı açarak. Halkın seçtikleriyle kavga etmenin, inatlaşmanın kimseye yararı olmaz. Demokrasilerde son sözü millet söyler, kesilecek ceza varsa da millet keser.

Kalın sağlıcakla…