1926 yılında “Gazi Günü”, 1935'te “Atatürk Günü”, 1938 tarihli kanunla "Gençlik ve Spor Bayramı”,  12 Eylül'den sonra "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" ve son olarak “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı…”

Bana kalırsa içinde bulunduğumuz toplum oldukça muhafazakar sınırlara sahip olmuştur çoğu zaman. İsimlerin değiştirilmesi, heykellerin kaldırılması, resimlerin indirilmesi gibi durumlar bile bizlerin sinir uçlarını harekete geçirebiliyor.

Ve ilginç bir şekilde bunun sağı, solu, başı, sonu yok.

‘Her kesimin’ kendilerine göre kutsal gördükleri şey ve şeyler üzerindeki istisna gözetmeksizin yürüttüğü korumacılığı, farklı olana, değişime olan korkusu…

Pek sevdiğim bir yazar; birbirine düşen ülkelerin, siyaset yapıcıların, orduların, savaş taraflarının, farklı dinlerin, dışarıdan yani dünya dışından görünebilecek ilk tehlikede "yeryüzünde yaşayan herkesin" bütün farklılıklarını, iktidar olma hevesini/yarışını bir kenara bırakacak ve kenetlenecek. Ancak o zaman da dışarıdan gelen güç, yabancı/farklı/korkulan/istenmeyen olacak.

Bunların 19 Mayıs ile ne alakası var?

Eskiden insanlar, birbirilerinin farklılıklarını daha az dikkate alarak birleşebiliyor, komşusunun etnik kökenini en azından şimdikine göre 'daha az' umursayarak bayramlarda buluşabiliyordu.

Benim, ‘Milli ve Dini Bayramlar’ özelinde canımı sıkan en büyük sorun bu.

Koronavirüs nedeniyle layıkıyla kutlayamamak değil.

Bayramların artık tarafların bayramı olması…

“Benim bayramım, onların bayramı, haa bu bayram şunların bayramı…”

Artık böyle bir döneme girdik. Bu, biraz olsun küresel çapta bazı getirilerin sonucu olsa da asıl darbeyi vuran bana göre siyaset denilen şeyin, çok fazla ‘taraf’ söylemi içermeye başlamasıdır.

Özellikle son yıllarda Türkiye’deki siyasetçilerin kürsülerde, mitinglerde, toplantılarda ve hatta ev ziyaretlerinde yoktan bir ‘düşman’ var ederek ona karşı zehir kusması, ötekileştirmesi ve bu düşman hedefin, ‘siyasetçinin takipçileri’ tarafından birbirinden çok farklı sıfatlarda, tezahür olarak okun ucuna yerleştirilmesi, söz konusu tarafların oluşmasına yol açıyor.

Bu ayrılıklar da havada kalmıyor elbet. Toplum nezdinde yeniden üretiliyor. Böyle süregeldikçe de aradaki uçurum büyüdükçe büyüyor.

Bayramlar ayrışıyor, renkler ayrışıyor, kitaplar ayrışıyor, şehirler ayrışıyor…

Bana göre de bir ülkenin alıp alabileceği en büyük yara budur.

Bayramlarımız ayrışmaya başladı.

Ayrışmak.

Bölünmek.

Tahammülsüzlük.

Farklılıklara olan tahammülsüzlüğümüzün azalarak yol olması dileğiyle…

Belki henüz erken belki de artık çok geç ancak temennilerimizin gerçekleştiği gelecek bayramlarımız şimdiden kutlu olsun.