Belkahve de bir eli cebinde
Bir eli ağzına götürdüğü
Sigarasında.
Oldukça düşünceli.
Bir o kadar kararlı.
Tıpkı 30 ağustos 1922 gününde
Kocatepe de olduğu gibi.
Tabir yerindeyse,
Nazım’ın satır satır betimlediği ;
"Dağlarda tek tek
Ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar,
Öyle ışıltılı
Öyle ferahtılar ki
Şayak kalpaklı adam
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
Güzel, rahat günlere inanıyordu.
Ve
Gülen bıyıklarıyla duruyordu ki
Mavzerinin yanında,
Birden bire beş adım sağında onu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar `üç' dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun kenarına kadar,
Eğildi durdu.
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
Ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovası'na atlayacaktı.
Dizelerinde olduğu gibi.
Aynen,
Kocatepe den Afyon ovasına baktığı gibi
Bakıyordu
Belkahve den İzmir'e.
İzmir' de güneş,
Bir an önce
Karaburun üzerinde batmak için acele ediyordu.
9 Eylül sabahı “ KURTULUŞA DOĞMAK” için
Güneş gider ayak,
Kızıla çaldı gökyüzünü.
İşgal ve esaret günlerinde
Kan içti kızılcık şerbeti dedi
İnsanlar..
Özgürlüğü, hürriyeti elinden
Alındı.
Oysa “ Hür doğdu,
Hür yaşadı bu millet!
Hangi çılgın zincir vuracaktı?
Kızıldan, parlement mavisine büründü
Gökyüzü.
8 Eylül’ü, 9 Eylül’e bağlayan
Gece hiç bu kadar aydınlık olmamıştı.
İzmir’in dağlarında çiçekler uykuya yatmış
Gökyüzünde yıldızlar açmıştı.
Adeta
Kurtuluşu gününü müjdeliyordu.
9 Eylül sabahı
Güneş ufukta Belkahve den doğmuş,
Türk ordusunun dev gölgesini
İzmir üzerine indirmişti.
Yunan korkudan paniklemiş,
kurtuluşu kaçmakta bulmuştu.
9 Eylül salt İzmir’in kurtuluşu değil.
Bir ülkenin
Bir ulusun kurtuluşu.
Bu gün baktığımızda,
Kurtuluş göreceli bir kavram oldu.
Bize göre kurtuluş; Zincirlerden, uşaklıktan,
Karanlıktan, cehaletten kurtulmak…
Kimine göre kurtuluştan, kurtlanmak!
Açıkçası,
Kurtuluştan, kurdeşen olanlar var be kardeşim!