(Gezi notları 4)

20 Temmuz 1974 sabahı tek kanallı TRT televizyonunda Hasan Mutlucan’ın bariton sesinden bu türküyle uyanmıştık. Ayşe tatile, kahraman Türk askeri de Kıbrıs’a çıkmıştı. Hemen ardından da “Yine de şahlanıyor kolbaşının kıratı” türküsünü gelirdi. Bizim gençler de gençlik heyecanıyla, “yine de şahlanıyor Demirel’in kıratı” diye uyarlamışlardı. Ne yazık ki, 12 Eylül 1980 darbesini müteakip Hasan Mutlucan gene TRT’de boy göstermeye balayınca, birçokları gibi biz de soğuduk kendisinden de türkülerinden de. Tıpkı 27 Mayıs hain darbesi ardından bizi Plevne Marşından soğuttukları gibi. Bin bir yalan, iftira ve tezvirat ile bu marş söylenince tüylerimiz diken, diken olurdu. Halbuki marşların türkülerin ne günahı var değil mi?

            Neyse ki; Barış Manço “Estergon Kalesi”ni tekrar seslendirdi de darbe çağrışımlarından kurtulduk. Macaristan gezisine çıkmadan önce dilime pelesenk oldu bu türkü. Evde, arabada her yerde söyler oldum. Gençlik günlerim yeniden canlandı gözümün önünde. Kongrelerde, mitinglerde kahramanlık türküleri, mehter marşları az çalınmazdı hani. Şimdi artık onların yerini popüler şarkıların siyasal uyarlamaları aldı.

            Budapeşte gezimizin beşinci günü kahvaltıdan sonra doğru Nyugati istasyonuna oradan da 55 dakikalık konforlu bir yolculukla Estergon’a vardık. Estergon kalesi istasyondan 4-5 km uzakta tepelik bir yerde. İstasyonda sıra, sıra otobüsler bekliyordu, birine sorduk, kaleden geçiyormuş bindik. Estergon şehri içinden geçtik, biraz tepeye doğru tırmandık sonra kırsala doğru ilerlemeye başladık. Birkaç durak geçtikten sonra inmemiz gereken durağı kaçırdığımızı anladık. Yaşlı bir teyzenin yardımıyla indik ve biraz bekledikten sonra karşıdan gelen otobüse binerek geri döndük. Estergon küçük bir şehir otobüslerde, Budapeşte’deki gibi durak anonsu yok, zaten herkes de ineceği durağı biliyor. Halbuki en azından kalede bir anons olmalıydı zira durağın orada kale ve önündeki bazilika görünmüyor. Neyse bir saate yakın zaman kaybettik ama Estergon’un köylerini de görmedik demeyelim.

            Kaleye doğru çıkarken en az Budapeşte’deki Aziz Stefan Bazilikası kadar muhteşem Estergon Bazilikası ya da Aziz Adalbert Katedrali denilen yapı bizi karşıladı. Katedralin içi aynı Aziz Stefan Bazilikasında olduğu gibi muhteşem bir tezyinata sahip. Üst katta ise hazine bölümü ziyaret açık. Burada baha biçilemez takılar, taçlar, altın, gümüş kraliyet eşyaları ve daha birçok değerli eşyalar sergileniyor. Asansörle çıkılan kubbenin arkasındaki terastan ise tuna nehrini kuş başı izleme fırsatı bulabiliyorsunuz.    

            Kalenin tam karşısında Tuna nehrinin karşı kıyısında Slovakya’nın Sturova köyü var. Çelik bir köprüyle Estergon’a bağlanıyor. Köprü üzerinden yürüyüp başka bir ülkeye geçebilir, sonra tekrar geri dönebilirsiniz. Estergon’a gelen birçok kişi de bunu yapıyormuş. Ancak biz yapmadık çünkü Covit 19 tedbirleri kapsamında iki ülkenin farklı uygulamaları var. Ülkeye giriş yapanlardan PCR testi istiyorlar. Gerçi ne köprü üzerinde ne de karşı kıyıda herhangi bir kontrol noktası veya gümrük kapısı yok ama biz risk almak istemedik.

            Bazilikadan çıktıktan sonra Estergon Kalesi avlusunda biraz dolaştık sonra da bankların üzerinde oturup, hazırladığımız sandviçlerle öğle yemeğimizi yedik. Kalenin burçlarından da Slovakya’nın engin ovalarını, Sturova köyünü ve gelen geçen tekneleri izledik.

            Kalenin avlusu oldukça büyüktü, kale burçları boyunca içerlere doğru biraz yürüdük, kafe gibi bir yer de vardı ama kapalıydı. İlerilere doğru işaret eden başkaca tabelalar da vardı ama anlamadık çünkü Macar dilindeydi, biz de fazlaca yürümedik. Döndük kalenin müze kısmına. Bir hususa da değinmeden geçmek istemiyorum. Dostumuz Turgut Altınok Başkanın Keçiören’de inşa ettirdiği ve Estergon Kalesi adını verdiği yapının Estergon Kalesiyle hiç mi hiç ilgisi yok. Üzüm üzüme baka baka kararır misali, ezeli iş arkadaşı, ebedi rakibi İ. Melih Gökçek’ten biraz hayalperestlik kapmış.

            Estergon 1241 deki Moğol istilasına kadar Macar Krallığının yönetim merkezi iken 1256 yılında başkent Budin’e taşınmış, ancak Başpiskoposluk makamı Estergon’da kalmış. Eski saray ve Başpiskoposluk makamının bulunduğu bina bugün müze olarak kullanılıyor. Müzede Macar tarihini enine boyuna öğreniyorsunuz.

            1540 yılında Macar kralı Yanoş’un ölümünü müteakip Macaristan Avusturya’nın baskılarına ve tehditlerine maruz kalmış. Bundan rahatsız olan Osmanlı önce Budin ve Peşte’yi almış 1943 yılında ise bizzat Kanuni kumandasında Estergon’u fethederek Budin Beylerbeyliğine bağlı sancak beyliği yapmıştır. Müzede Osmanlı izlerini taşıyan bazı parçaları da görmek mümkün.

            Estergon gezimizin ardından öğleden sonra gene tirenle Budapeşte’ye döndük. Dilimizde hala Estergon Kalesi türküsü vardı: Estergon Kâl'ası bre dilber aman/ Su başı durak aman. Bir de Neyzen Tevfik’in sözleri kulağımızda çınladı: Estergon Kal’asının ezgilerinde, Tuna boylarında at koşturan akıncılarımızın nal sesleri vardır, o sesleri yüreğinde hissetmeyenler bu türküyü dinlemesin.

Yarın gene Türk izlerini takip etmeye devam edeceğiz. Gül baba türbesinden bir Bektaşi nefesi yollayacağım. Kalın sağlıcakla…