Geçtiğimiz haftalarda Demokrat Parti Büyük kongresiyle meşgul olduğumuzdan gündeme dair yazılarımı biraz aksattım. Çarşamba günkü yazımda da kongrenin havasını ve GİK listesinin yarattığı huzursuzluğu yazmıştım. Bazılarını kızdırmışım anlaşılan ama doğru söze ne denir? Misali kimse haksızsın diyemiyor, sükut etmeyi tercih ediyor. Diğer taraftan aldığım telefonlar, mesajlar, yorumlar ne kadar haklı olduğumu adeta kanıtlıyor. Hislerimize tercüman olmuşsun, diyenler çoğunlukta. Merkez sağın sembol isimlerinden bakanlık, milletvekilliği yapmış büyüklerimden aldığım telefonlar ise bir hayli duygulandırdı. Kongreye davet bile edilmediklerini söylemeleri de beni ziyadesiyle üzdü. Bunları yazmaya anlatmaya, hataları bir, bir muhataplarının yüzlerine vurmaya devam edeceğim ama bugün yeniden gündeme dönelim, yağ meselesine bir kez daha değinelim.

            Biz zeytinyağı ve tereyağıyla büyüdük, margarin sadece pasta börekte az miktarda kullanılırdı. Kızartmalar bile zeytinyağında yapılırdı. Sezon geldi mi, önce komşumuz sonra abimin kayınpederi olan Yağcıbaşıların yağ fabrikası sahibi Hüseyin Sakıcı bugün sadece zeytinyağı müzelerinde görebileceğiniz, hasır küfesi içinde 70-80 litrelik damacanada yağımızı gönderir, o bize bir yıl yeterdi. Biterse de “heybeli melekler” takviye yapardı. Heybeli melekler kimlerdir derseniz, anlatayım. Rahmetli babam Kayseri cezaevinden çıkıp özgürlüğüne kavuştuğunda, Manisa’da avukatlığa başladı. Zaten milletvekili seçildiğinde hakimliğe de geri dönemeyeceği için 1958’de Manisa barosuna kaydolmuştu. Özellikle, Yuntdağı’ndan gelen fukara Köylüden para istemez, harmanda ödersin derdi. Kendisi yoksul, gönlü zengin köylülerimiz de bu iyiliğin altında kalmamak için, Perşembe günleri pazara indiğinde heybelerinden çıkardıkları, tereyağı, zeytin, peynir, süt gibi kendi yetiştirdikleri ürünlerden hediye getirirlerdi. Bunlardan babamın emektar katibi Mehmet Aşıcı ve şoförü Saim Efendi de nasibini alırdı heybeli melekler ismini de onlar takmışlardı.

            Zeytinyağı Ezine’den başlayıp, Hatay’a kadar uzanan sahil şeridinde üretilen, özellikle de kuzey Ege başta olmak üzere Ege bölgesi ve Hatay yöresinde sadece bir gıda maddesi değil bir mutfak kültürü ve yaşam biçiminin bir unsuru olarak da benimsenmiş bir ürünümüzdür. Yurdumuzun iç kesimlerinde ve doğu Anadolu’da ise zeytinyağı hiç bilinmezdi. Kısmen Çukurova ve Osmaniye taraflarında yer fıstığı ve pamuk, Karadeniz’de fındık yağı ve Trakya’da az miktarda ayçiçeği yağı, yöresel bazı tohum yağları kullanılıyordu. Sonra sıvı yağ modası başladı, başta ayçiçeği ve mısırözü olmak üzere sıvı yağ tüketimi fiyat avantajı nedeniyle zeytinyağı tüketimini kişi başı bir litrenin altına düşürdü. Öyle ki; Türk mutfağının vazgeçilmezi olan zeytinyağlılar, salatalar bile sıvı yağla yapılır oldu. Tüm dünyada zeytinyağı ve ayçiçeği yağı arasındaki makas 2 ve en fazla 2,5 katı dolayında olup sezona göre değişim gösterir. Ancak ne yazık ki bugün ülkemizde ayçiçeği yağı zeytinyağına eşit hale gelmiştir, hatta bazıları aşmıştır.

            Türkiye’de ayçiçeği tarımı ilk kez 30’lu yıllarda Bulgaristan göçmeni bir vatandaşımızın ayçiçeği ekimiyle başladı. Tarıma büyük önem veren Menderes Hükümetleri de bunu destekledi ve birkaç yıl içinde Trakya’da yaygınlaştı. Bu arada tohum karşılığı yağ sıkan ilk girişimciler de ortaya çıktı. Ancak bu ticari boyutta değil üreticinin hane halkı ihtiyacıyla sınırlıydı. Ayçiçeğinin çoğunluğu ise çerez ve yem olarak tüketiliyordu. Farklı yörelerde değişik isimler alsa da biz Manisalılar bu çereze çiğdem adını verdik.

            60’lı yıllarda dünyada sıvı yağ tüketimi yaygınlaşmaya başlayınca devlet de hemen tedbirlerini aldı. 1965’de Demirel Başbakan olunca Menderes’in başlattığı ayçiçeği yağı projesini tekrar gündeme aldı, tarıma yeniden destek verilmeye başlandı. 1966’da Trakya Yağlı Tohumlar Birliği kuruldu, Ayçiçek üreticileri örgütlenmeye başladı. 1970’de Şeker Şirketine Bakanlar Kurulu Kararı ile Ayçiçeği projesinin yürütücülüğü verildi ve ayçiçeğinin pancarla dönüşümlü ekilmesi kararlaştırıldı. Böylelikle hem pancarın şeker ve mineral oranları korunmuş oldu hem de ayçiçeği tarımı tüm Anadolu’ya yayıldı. Şeker Şirketi Merzifon’da MERAY Ayçiçek yağı fabrikası da kurdu. 1978’de Samsun’da Karadeniz birlik kuruldu ve ayçiçeği destekleme kapsamına alınarak Trakya Birlik ve Karadeniz Birliğe yetki verildi. Bugünkü iktidar inkar etse de o günlerde Türkiye kendi kendine yeten 7 ülkeden biriydi ve hem üretici hem de tüketici halinden memnundu.

            12 Eylül sonrası destekleme politikaları rafa kaldırıldı, serbest piyasa düzeni üretici aleyhine gelişti. DYP-SHP hükümetleri döneminde ayçiçeği tarımı yeniden desteklenmeye başlamışsa da 2001 krizi sonrası Türk tarımı iyice çökmüştür. Sanki krizin sebebi çiftçiymiş gibi vurun abalıya misali bütün yük tarımın üstüne bindirilmiş, çiftçi köylü yoksulluğa itilmiştir.

Birlikler yasasıyla, hazine kredileri kaldırıldı, piyasalar regüle edilemez hale geldi. Şeker Kanunu ile şeker piyasası allak bullak edildi, mısır şurubunun önü açıldı. Tekel kanunu ile Türk tütüncülüğünün sonu getirildi. Bu yasaların vebali günahı merhum Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyona, Kemal Derviş’e ve özellikle de Tarım ve Ticaret Bakanlıklarını uhdesinde bulunduran MHP’ye aittir.

AKP iktidarı bu kötü gidişi daha da artırarak sürdürmüş, üst kurulların özerkliğini sonlandırmış, şeker kurumunu kaldırmıştır. Böylelikle pancar sözleşmelerindeki ayçiçeği ekimi de kalkmıştır. Birlikler devre dışı bırakılmış ve batağa sürüklenmiştir. Trakya ve Karadeniz Birlik alımları azalmış, çiftçi ayçiçeği ekmez olmuştur. Ekenlerin birçoğu da yemden ucuz olduğu için hayvanlarına yedirmiştir. İthalat kapıları ardına kadar açılmış, yağ sanayicileri kolay yolu seçerek ithalata yönelmiştir. Bunu tetikleyen en önemli etkenlerden biri de yerli ve milli sandığımız birçok marka ve tesislerin yabancılara satılmış olmasıdır. Amerikalılar, Suudiler, Körfez ülkeleri ve daha birçok çok uluslu şirket yağ sektörünün çoğunluğunu ele geçirmiştir. Bunlar ne Türk çiftçisini ne de tüketicisini düşünür, sadece karlarını düşünürler. O yüzden de ham yağ ve çekirdek ithalatına yönelirler. Bunu zorlaştırmak, çiftçinin daha fazla ayçiçeği üretmesini sağlamak iktidarın başta da Tarım ve Ticaret Bakanlıklarının vazifesidir. Ne yazık ki onların da böyle bir niyeti görünmemektedir.

Bugün üretim hammaddemizin %75’i ithalattan karşılanmakta ve bunun da büyük çoğunluğu Rusya ve Ukrayna’dan sağlanmaktadır. Savaş nedeniyle hammadde tedarik zincirinin kırılacağını düşünen sanayiciler de suni olarak fiyat artırmakta yükü tüketiciye bindirmektedirler.

Çare var mıdır? Vardır… Kısa vadede zor gibi gözükse de vardır ama öyle polisiye tedbirlerle, sopayla değil, ekonomik tedbirlerle. Önce niyet gerekir, niyet var mıdır? Hemşerimizin öyle bir niyeti yoktu, yeni bakanın niyeti var mıdır, onu göreceğiz ama umudum yok, zira milletvekilliğinde zeytinliklere ilişkin önergesi ortalarda dolaşıyor.

Kalın sağlıcakla…