Geçen yazımda Budapeşte Keleti istasyonundan Viyana’ya doğru hareket ettiğimizi anlatmıştım. Seyahatimiz tamı tamına 2 saat 42 dakika sürdü. Tercih ettiğimiz tren Macar demir yollarına ait ekonomik bir trendi küçük köyler dışında büyükçe kasabalar ve kentlerde duruyordu. Bu arada unutmadan söylemeliyim. Trenlerde 60 yaş üzeri için ciddi oranda indirim var. Cüzi de olsa bizim hızlı trenlerde de başladı. İstasyonlarda durdukça trenden inenler binenler aynı bizim çocukluğumuzda mototrenle Manisa’dan Karşıyaka yolculukları gibi. Muradiye, Emiralem, Menemen, Çiğli’de inenler binenler gibi, kasabalarda inenler binenler adeta nostalji yaşattı bize.

Yaklaşık 1 saat 20 dakikada varan hızlı tren de vardı ama biz etrafı göre, göre yolculuk etmeyi tercih ettik. Macaristan küçük bir ülke ve tarım onlar için oldukça ömemli. Geçtiğimiz yerlerde bir metrekare bile boş alan görmedik, her yer ekilip biçiliyor, her taraf yemyeşil. Endüstri tesisleri hemen, hemen yok gibi. Yabancı sermaye yatırımı Bosch ve Suzuki dışında başka tesis görmedik desem yanlış olmaz. Avusturya sınırından geçtiğimizi fabrikaların çoğalmasından, yollardaki araçların artmasından ve daha modelli olmasıdan anladık.

Bu arada Macaristan’ın son istasyonunda, bizim özel harekatçılar gibi giyinmiş üç görevli vagonu boydan boya geçtiler ve üç dakika sonra Avusturya’nın ilk istasyonunda indiler. Pasaport falan hiçbirşey sormadan öylece geçtiler. Belli ki şüpheli, kaçak mülteci falan bakındılar. Zira Macaristan da Shengen ülkesi olduğundan pasaport sormaya gerek duymadılar. Tam zamanında Viyana Hbf (merkez istasyonu) na indik.

Otelimize taksiyle ulaştık aslında toplu taşımla da gitmek mümkündü ama eşyalarla taksiye binmek daha çok işimize geldi. Şoförümüz 35 yıldır Viyana’da yaşayan Mısırlı Mustafa Necmettin’di. Taksiye bindiğinizde müşterinin hemen görebileceği büyüklükte fotoğraflı isimlik hemen gözünüze çarpıyor. Mustafanın yazılışını GS’lı Mustafa Muhammet’ten dolayı beş yaşındaki çocuklar bile biliyor ama Necmettin’in yazılışında (Nejmeldin) ben bile tereddüt edip sordum. Kahkaha attı ve “Necmettin Erbakan” gibi diyerek cevapladı. Söz Erbakan’dan açılınca, serde siyasetçilik de olunca 15 dakikalık yolculukta hemen konu siyasete geldi.

Erbakan’ı, Özal’ı ve Demirel’i takdir ediyor, Avusturya’da da saygı gördüklerini söyledi. Mısır’da ne Sisi’yi ne de Mursi’yi ikisini de beğenmiyor. Erdoğan’ın sert üslubu ve Eyyy! Diye başlayan posta koyuşları gururlarını okşuyormuş ama Avusturyalılar nezdinde hiç bir karşılığı bulunmuyormuş, aksine o esip gürledikçe ülkedeki yabancılara daha fazla baskılar geliyormuş. Irkçı partinin giderek yükselişi ister istemez mutedil iktidarın da yabancılara karşı tavır almasına sebep oluyormuş. Irkçı partinin neden bu kadar yükselişte olduğunu sorduğumda ise suçu radikal İslamcılara ve kaçak göçmenlere yüklüyor. Söylediğine göre Avusturya’da geçmişte kendi ülkesinde olduğundan daha fazla ibadet, din ve vicdan özgürlüğü varmış. Ancak radikaller, ihvancılar, kaplancılar, El-Kaideciler bunu istismar ediyorlarmış.

Bir de örnek verdi. Adamlar mescitlerinin bulunduğu apartmanların balkonlarına kaçak hoperlor yerleştirip sabahın alaca karanlığında bangır bangır sabah ezanı okuyorlarmış. Bu da haliyle Hristiyan halkı İslam karşıtlığına, yabancı düşmanlığına itiyor ırkçı parti de bunu çok güzel kullanıyormuş. Halbuki Kliselerin çanları bile insanların istirahat saatinde çalınmıyormuş.

Bu kısa sohbette Avusturya’nın iç siyaseti ve yabancılara bakışı hakkında kısa bir bilgi edinmiş olduk. Ancak Avusturya AB üyesi olmanın dışında Hitler Almanya’sının acı günlerini yaşamış ve demokrasiyi ve insan haklarını da son derece içselleştirmiş bir ülke olarak son derece hoş görülü bir yönetim anlayışına sahip. Gözlemlerimize göre ırkçı partinin körüklediği yabancı düşmanlığı öyle çok da fazla genele yansımamış halkın büyük çoğunluğunun da umurunda değil. Hediyelik eşya sektörü hemen her yerde Hintlilerin elinde, taksiler Mısırlı, Kuzey Afrikalı ve Türklerin elinde. Merkezi yerlerdeki tramvay duraklarında iki büfe var biri sosisçi (hot dog) diğeri dönerci, dürümcü, ayrıca şehrin her yerinde helal restoranlar var. Bunların çoğunu Türkler, Mısırlılar, Kuzey Afrikalılar, Lübnanlılar ve Ortadoğulullar işletiyor. Haftada bir kurulan bit pazarında da çoğu esnaf yabancı, Türkler de hatırı sayılır kadar var. Türklerden büyük iş yapanlar, hem Türk mutfağı hem de enternasyonel mutfak tarzında lüks restoranları olanlar da var. İranlılar da otel işletmesi, halı mağazaları gibi işyerlerine sahipler. Tabi Müslümanların dışında Sırp, Hırvat, Yunanlılar da farklı, farklı iş ve ticaretin içindeler.

Sonraki yazılarımda daha ayrıntılara gireceğim şimdilik ilk günümüzün yansımaları bu kadar. Kalın sağlıcakla...