Çocuktum, ufacıktım,

Top oynadım, acıktım.

Buldum yerde bir erik,

Kaptı bir Ala Geyik.

Geyik kaçtı ormana,

Bindim bir ak doğana.

Doğan, yolu şaşırdı,

Kaf Dağından aşırdı.

Attı beni bir göle;

Gölden çıktım bir çöle,

Çölde buldum izini,

Koştum, tuttum dizini.

……………………….

Kehribar üzümlü bağlar, kuyulardan arkla sulanan bahçeler, yaylada kirazı, kış gelince ayazı, karlı dumanlı doruğu, dedelerin buyruğu, ninelerin masalı. Kaf dağından aşılalı, yıllar yıla ekleneli, bunca ömür geçeli çooooook zamanlar oldu.

Ziya Gökalp’in bu şiirinde Türk boyunun halkının geçmişini anlatır. Belli bir yaşa gelmişler bu şiiri çocukluğunda öğrenmelerine rağmen unutmazlar. Hey gidi günler hey diye hayat hikayelerine, çocukluğundan bugüne geçen günlere hayıflandıklarında bu dizelerle bitirirler anlattıklarını.

Çocuktum, ufacıktım,

Top oynadım, acıktımmmm.

Tozlu topraklı sokaklardan, Arnavut taşlı yollardan, asfalt kaplanmış kapkara bulvarlardan, üç beş ağaçlı otlu sazlı yeşil alanlardan, basit basık saçaklı kerpiç evlerden, kocaman bahçeli hanaylı konaklardan, iki tekerlekli brik arabalardan burunlu otobüs, motoru çevirme kollu çalışan araçlardan, manyetolu, çevirmeli ankesörlü telefonlardan, uzak yerden ayağının tozuyla geldin otur dinlen denilip ikram edilen kar sulu soğuk şerbetlerden, yamalı pantolon, pençeli postal, kundura denilen ayakkabılardan, torba, örgü file ile gidilen pazarlardan, suyu dirseğinden akan elma portakal, kavun karpuz, şeftalinin tadından, dökme sabun kokan briyantinli saçlardan, her sabah uzun kıllı fırça ile köpürtülen sabundan tıraş olunan usturadan, wilkinson marka jiletlerden, lambalı, transistörlü taşınabilen radyolardan, akşam ajanslarından, can kulağıyla dinlenen piyeslerden,

Geçen hayatını özetler, çocuktum ufacıktım top oynadım acıktım. Hey gidi günler hey diyerek.

Cep telefonlarında bir program var çocuğun yaşlı, yaşlının çocukluk halini gösteren bir program. Her şey değişiyor dünya bile güneşe yaklaşıyor, suları kuruyor, ormanları yanıyor, şehirleri yaşanmaz hale geliyor…

Zurnanın zırt dediği yer burası. Yaşanmaz hale getirdiğimiz dünya.

Manisa’da öyle bir hale geldi ki bu hal daha da hayret edilecek kadar gidecek. Yık yap sat. Gençliğimde yapsat yasası vardı Manisa bir evre yaşadı, yaşlılığımda kentsel dönüşüm.

İpek böceği gibi. Koza, kelebek, böcek. Böcek sonunda ne yapıyor yeşillikleri özellikle de dut yapraklarını yiyor koza yapacağım diye iplik üretiyor. O kozaları patlatıpta bozmasın diye kozalarla birlikte böcek de kaynar suda kaynatılıp ipek kumaşlar için iplik üretiliyor.

Bal toplamak için arıya atmadığımız takla kalmıyor. Peteğinden dumanla kovuyoruz peteği alıp kovana boş çerçeve koyuyoruz aaaaa diyor arı boş çerçeveyi görünce, başlıyor bal yapmaya durmak nedir bilmeden.

Süt veren ineklere şarkı dinletiyorlar. Besleyelim de büyüsün ninni. Sütü bizim içtiğimizi bilse inek süt verir mi? Vermez, arı da balını vermez. O, sütü buzağısı içecek diye biliyor. Organik tarımda zararlı böceği, üretilen bir başka düşman böcekle yok ediyorlar. İlaç kullanmıyorlar.

İşte insanlık da çevresini yaşadığı alanı böyle yok ediyor. Dağ taş konut, her yer sanayi. İhtiyaç baş gösteriyor. Su, enerji, gıda… Gıda demişken onunda plastiğini yapmaya başladılar. Dünya zenginleri kendilerine yaşam alanları açmak, sefil, aptal, akılsız insanlardan kurtulmak için hastalık üretiyorlar. Görmediğimiz bilmediğimiz inek gibi arı gibi ipek böceği gibi yeraltında hizmetkar robot insan üretim merkezleri ve kendileri için sığınaklar yapıyorlar.

Artık top oynayarak acıkılmıyor, eriği kapan alageyik değil. Romantizm akımı çoktaaan bitti. Realizm hatta sürrealizm devri başladı ama, biz hala empresyonist takılıyoruz.

Top oynadım acıktım, eriği alageyik kaptı. Hey