Amerikalılar işletme yönetimi bilimini icat etmişler ve bu alanda birçok teoriyi, kavramları, uygulamaları, yenilikleri, politika ve stratejileri geliştirmişlerdir. Bu bilim durağan bir bilim değildir, yeniliğe ve değişime açıktır. Ekonomik şartlar, halkların refah düzeyleri, insanların ihtiyaçları, alışkanlıkları, davranış biçimleri, belirli olaylar karşısındaki duruşları, tepkileri, politik olaylar değiştikçe, teknoloji geliştikçe, işletme bilimi ve yönetim anlayışları da değişmek zorundadır. Belki de bu dinamizm kapitalist sistemin doğasından gelmektedir. Nitekim bütün bu yenilikler, ortaya atılan teoriler ve yönetim sistemlerindeki devrim niteliğindeki değişimler hep batılı ülkelerin bilim adamlarından gelmiştir. Geçmişte veya halen sosyalist sistemi benimsemiş ülkelerde bu dinamizmi göremezsiniz. Biz kocaman Peter F.Drucker’in yazdığı yaklaşık 2 bin sayfalık kitaptan öğrendik yönetim bilimini ama bugünün talebeleri belki onun adını bile bilmiyor.

            Ticari ilişkilerde, şirketler arası işlerde hatta şirketlerin kendi içlerinde işçi, işveren ve yatırımcı arasındaki ilişkilerde tüm tarafların ortak çıkarlarını gözetecek bir çözüm arayışı oyun teorisi adı verilen kuralları ortaya çıkarmıştır. Bu teori tam da 2. Dünya Savaşının sona erdiği günlerde ortaya atılmıştır. Belki de savaşta yaşanan vahşet, Hitlerin yüzbinlerce Yahudi’yi diri, diri yakması, Amerikalıların Hiroşima’ya attığı atom bombası, savaşların kirli yüzleri, kaybolan yüzbinlerce hayat, yaşanan acılar, savaşın kazananının olmaması gibi hususlar bu teorinin geliştirilmesinde esin kaynağı olmuş olabilir.

            Oyun teorisi ortaya atıldıktan çok daha sonralarına kadar ve belki kısmen bugün bile teoriyi bilmeyen veya bilse de işine gelmeyen yöneticiler var. Hem işletmelerin başında hem de devlet yönetimlerinde. Kısaca oyun teorisi sıfır toplamlı oyunlara alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Örneğin bir oyun oynuyorsunuz siz bin TL kazandınız, rakibiniz bin TL kaybetti artı, eksi bin TL eder sıfır. Ya da masa kalabalık üç, beş kişi birden oynuyorsunuz kazananların artılarıyla, kaybedenlerin eksilerini toplarsanız gene sıfır elde edersiniz. Halbuki sıfır toplamlı oyunlar yerine kazananların daha az kazandığı buna mukabil kaybedenin olmadığı oyunlar, oyun teorisinin esasıdır. Kazananın daha az kazanacağı ama kaybedenin olmayacağı bir dünya ne güzel olurdu değil mi? Geçen yıllar içerisinde oyun teorisini baz alan nice zihniyet değişiklikleri oldu, yeni kavramlar türedi, yeni sistemler gelişti. İşbirliği içinde rekabet, çözüm ortaklığı ve devlet yöneticilerinin bile son zamanlarda dillerinden düşürmedikleri win-win (kazan-kazan) gibi kavramlar yönetim biliminin yeni ilkeleri oldular.

Siyaset de pek farklı değildir orada da win-win esası pekala uygulanır ve başarı da elde edilir. Örnek vermek gerekirse Güneydoğu bölgemizde 40 yıla yakın bir süredir on binlerce kişini hayatını kaybettiği bir kavga var. Savunma bütçemize yüz milyarlarca para akıtmışız, binlerce şehit vermişiz, yöre halkı da ıstırap çekmiş, dış mihraklardan beslenen hain terör örgütüne zoraki katılan, kaçırılan evlatlarını kaybetmişler. Harcanan milyarlar ekonomiye kazandırılmış, bölge kalkınmasına harcanmış olsaydı, bölge ekonomik bir patlama yaşar win-win esasıyla hem devlet hem de vatandaş kazanırdı. Hizmeti, altyapıyı bölge insanının ayağına götüren, onlara tebaa değil vatandaş olduklarını hatırlatan merhum Menderes ile GAP’ı başlatan Atatürk barajının suyunu 26 km ikiz tünellerle kuraklıktan çatlamış Harran ovası toprağına akıtan merhum Demirel bunu başarmıştır. Nitekim suya kavuşan Şanlıurfalılar kısa zamanda refahı görmüşler ve terör Urfa sınırından içeri girememiştir.

            Osmanlı döneminde millet-i sadıka denilen ve birçok üst düzeydeki görevlerde Türk soylulardan çok yer işgal eden Ermeniler, şayet Rusların kışkırtmasına gelip Türk milletini arkadan vurmasaydı, Türk, Kürt on binlerce Müslümanı katletmeselerdi belki bugün hiç böyle garip kararlar olmayacaktı. Belki bugün, Erzurum, Van, Kars, Ağrı gibi kentler refah içinde yüzen sanayi, teknoloji kentleri, doğunun parlayan yıldızları, cazibe merkezleri olacaktı.

            Uluslararası hukukta mesnet olabilecek iki önemli belge vardır. Birincisi Kars-Gümrü anlaşmaları ikincisi de Doğu Perinçek’in Fransız Hükümetine karşı kazandığı davanın kararıdır. Ermenistan’ın ilk başbakanı Ovanes Kaçaznuni’nin raporundan hiç söz bile etmiyorum. Bir de Hrant Dink’in yeni açığa çıkan bir videosu var izlerseniz cinayeti kimin işlettiğine dair düşünceler de değişebilir.

            Bay Baydın, bulanık suda balık avlıyor. Bunca yıl hiçbir Amerikan başkanı açıktan söz etmezken, bu umursamıyor. Ermeni asıllı seçmenlerinin verdiği açık rüşveti yan cebine koyuyor ve faturayı da müttefiki Türkiye’ye kesiyor. Çok da umurumuzdaydı sanki, vız gelir tırıs gider kaybeden kim olur orasını Allah bilir.

            Elimde 3. Cumhurbaşkanı merhum Celal Bayar’ın ABD ziyaretine ilişkin Beyaz Saray önünde çekilmiş görüntüler var. Manisa’mızın eski Teknik Ziraat Müdürü eniştem merhum Sami Er, bir proje kapsamında ABD’de bulunduğu dönemde bizzat 8 mm filme çekmiş. Kuzenlerim de sağ olsunlar, dijital otama aktarıp bir kopya da bana gönderdiler. Ortalık mahşer yeri gibi on binler, Beyaz Saraya giden yolun kenarına birikmişler, ellerinde Türk ve Amerikan bayrakları Celal Bayar açık bir araba ile halkı selamlıyor. Başkan Eisenhoower Bayar’ı Beyaz Sarayın dış kapısında karşılıyor, birlikte halkı selamlıyorlar. Türk halkı Amerika’yı seviyor, Amerikan halkı da Türkiye’yi. Türk halkı küçük Amerika olma hayalinden mutlu. Ya bugün?

            Bugün ABD’ne karşı o günkü duygular yok. ABD’nin kendi araştırma şirketi GALLUP’un 2017’deki anketine göre Türk halkının sadece %34 ü ABD’ye olumlu bakıyor. Türkiye’deki araştırma şirketlerinin 2020 yılı anketleri ise olumsuz bakanları %75 gösteriyor. Nereden nereye, 1,2,3’ler diye başlayan tekerlemeden %75’lere gelmişiz bunda kusur kimin? Elbette Erdemir’e kredi verilmeyince Rusya’ya yönelen Rahmetli Menderes’in Haziran 1960’da planlanmış Rusya gezisi öncesi apar topar 27 mayısta yapılan darbede parmağı olanlar ve 12 Eylül sabahı “Bizim çocuklar başardı” diyen ABD yetkilileridir. 15 Temmuzu zaten hep beraber yaşadık. Rahmetli Demirel haşhaş ekiminin yasaklanması yönündeki talebi elinin tersiyle itmiş, “benim fukara çiftçimin ne ekeceğine Amerikan hükümeti değil biz karar veririz” demişti. Ardından 12 Mart Muhtırası geldi. Bunları hafızaları tazelemek için yazıyorum. Kıbrıs Barış Harekatı sonrası gelen ABD silah ambargosuna karşı da Temmuz 1975 de Başbakan merhum Süleyman Demirel Türkiye’deki 21 ABD üssünü kapatıp, Amerikan bayrakları yerine Türk bayraklarını çektirmişti.

            Bu oyunun kazananı yoktur dedik. ABD nerede kazançlı çıktı ki? Vietnam’da mı, Taliban’ı dünyanın başına bela ettiği Afganistan’da mı, Irak’ta mı, Libya’da mı, Suriye’de mi, söyler misiniz nerede? Yarın üsleri kapatacak bir irade belirir, Türkiye’de kaçak çalışan on binlerce Ermeni sınır dışı edilir, ülkelerine gönderilirse kazanan, kaybeden kim olur o zaman görürüz. Herkes kazansın, kaybeden olmasın istiyorsak oyun sırası Türkiye’ye gelmişken üsler kozunu oynamanın tam sırasıdır. Kalın sağlıcakla…