Bugün Viyana bağlarını ve Osmanlı izlerini takip edeceğimizi söylemiştim ama aldığım iki geri dönüş önce o konulara değinmeme neden oldu.

Birincisi Hofburg Sarayının etrafını gezdiren faytonlar. Bir dostum aradı, onlardan niye söz etmediğimi sordu. Doğrusu çocukluğumuz Manisa’da ve Karşıyaka’da geçtiği için fayton turlarını çok da önemsememişim demek ki. Faytonların peşinden koşmak, arkasındaki demire oturmak, hatta kırbaç yemek bizim kuşağın Manisalı çocukları için olağan bir eğlence idi. Biraz büyüyüp, ergenlikte bisiklete binmeye başlanıldığında ise faytona asılıp pedal çevirmeden yol almak da keyifli bir işti. Viyana’nın faytonları da aslında bizimkilerden çok farklı değil. Tek farkı sürücülerinin kraliyet sürücüleri kılığında olmaları, frak giyip, boyunbağı takmaları, başlarına da o dönemde kullanılan ondüleli yapay perukları geçirmeleri.

Faytonlar saraya girilen galeri kapının önündeki meydanda dizilmişler konukları bekliyorlardı. Dileyen turistler arabalara binerek sarayın ve etrafındaki ihtişamlı binaların, müzelerin arasında, eski şehrin daracık sokaklarında dolanıyorlar, arabacıların anlattığı malumatı dinliyorlardı. Tabi yüzyıllar öncesinin ihtişamlı Viyana günlerini hayal edip fotoğraf çektirmeyi de ihmal etmiyorlardı. Faytonların önünde konuşurken “bakınmayın hiç değmez” diye aşina bir ses duyduk. Kafamızı çevirip bakınca 18. Yüzyıl giysileri içinde Türk bir arabacı gördük. Almanca dışında İngilizce ve çat pat İtalyanca da biliyormuş, Türkçeyi de katarsak bu dilleri konuşan turistlerin çoğunu o gezdirirmiş. Bir saat süren büyük tur 95, yarım saatlik küçük tur ise 55 avroymuş. Yani bugünkü kurla asgari ücretli bir çalışanın 15-16 günlük ücreti kadar. Hani bizi kıskanıyorlar ya! Kıskanmıyorlar, acıyorlar gurbetçi vatandaşımız da uyarıyor değmez diye. Elbette değmez, helal kazanan, alın teri akıtan bir kimse ne kadar kazanırsa kazansın bu parayı ödemez, yazıktır, günahtır. Ancak dolar, avro, sterlin kazananlar için elbette önemli bir para değil. Onlarca fayton var ve hepsi de günde en az 8-10 tur yapıyorlarmış, yazın bu 15’i geçiyormuş. Az bir kazanç değil, biz ne yapıyoruz faytonları yasaklıyoruz.

Yeri gelmişken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu ile BAL kardeşim Tunç Soyer’e naçizane bir iki çift söz söylemek isterim. Elbette onların elindeki bilgi ve belgeler bende yok ama basından takip ettiğim kadarıyla hayvan hakları öne sürülerek atlara eziyet edildiği için yasaklandığı söylendi. Önceliğiniz hayvan hakları ise, ki öyle olmasını takdir ederim, çare yasaklama değildir. Çare sürücülerin eğitilmesi ve disipline edilmesi, atlara eziyet edenlere en ağır cezaların uygulanması, gerek belediyeler ve gerekse Tarım Bakanlığınca sıkı denetimlerin yapılmasıdır. Atlara eziyet ediliyor diye faytonculuğu yasaklarsanız “okulları kapatırsak maarifin sorunu kalmaz” diyen Maarif Nazırından ne farkınız kalır? Fayton Adaların, İzmir kordon ve Karşıyaka’nın simgesidir, iyileştirilerek yeniden faaliyete geçirilmelidir.

İkincisi ise Efes kazılarından çıkarılan objelerin Viyana’ya kaçırılışı ile ilgili sözlerim AKP’li bir dostumuzu üzmüş. Bu konuda Sultan Abdülhamit’i mesul görmemize bozulmuş. Buna elbette verilecek cevabımız var, ancak tarihini TV dizilerinden öğrendiğini sananlar bunu ne kadar anlayabilecektir biraz şüpheliyim. Hatasıyla sevabıyla Sultan Abdülhamit tarihe mal olmuş Osmanlı padişahlarından biridir. Elbette 33 yıl saltanatta kalmış, icraatta bulunmuş biri hem iyi hem de kötü yönleriyle anılacaktır. İyi yaptıklarını ne kadar takdir ediyorsak hatalarını, kusurlarını da söylemeliyiz.

Sultan Abdülhamit Osmanlının ilk yazılı anayasasını ilan etmiştir bunu takdir ederiz ama askıya almasını, istibdat uygulamasını, söz ve ifade hürriyetini kaldırmasını, muhalifleri sürgüne yollamasını da tenkit ederiz. Anadolu ve Rumeli demiryollarını, Bağdat ve Hicaz demiryollarını inşa ettirmesini, telgraf sisteminin dört başı mamur tesisini takdir ederiz. Hatta milli mücadelenin kazanılmasında bu telgraf sistemi ve kısmen de olsa bu demiryollarının kullanılmasının da etkisi olduğundan dolayı dua da ederiz. Ancak bunları yaparken ülkeyi düyunu umumiye bataklığına sürüklediği için eleştiririz. Batılılaşma, çağdaşlaşma, eğitimde ilerleme, çağdaş hukuk eğitimiyle ilgili ilk fakültelerin açılmasında sağladığı katkıları takdir ederiz. Ancak Osmanlının kaybettiği topraklar, Kıbrıs’ın İngilizlere, 12 adaların İtalyanlara terki nedeniyle de eleştirmek en doğal hakkımızdır. Abdülhamit ne Ulu Hakandır ne de Kızıl Sultan güçlü bir Osmanlı Padişahıdır o kadar. Her fani gibi hataları da vardır sevapları da.

Efes’ten Avusturya’ya kaçırılanlara gelince. Efes’teki kazıları başlatan, Avusturyalı bilim adamlarına izin veren Abdülhamit’tir bu husus takdire şayandır. Ancak Avusturyalıların bu hizmetine karşılık eserlerin Viyana’ya götürülmesine izin vermek çok ağır bir kusurdur, milli servetin heba edilmesidir. Diğer ülkelerden bazı eserler ülkemize geri getirildiği halde bunları geri getiremiyoruz nedeni ise geri gelenlerin çalınarak kaçırılmış olması, bunların ise Abdülhamit’in icazetiyle götürülmüş olmasıdır.

Lütfen eğrisiyle, doğrusuyla tarihimizi doğru öğrenelim. Ön yargılı olmayalım. İnsanları ne ilahlaştırıp, putlaştıralım, ne de yargısız infaz edelim. Lütfen faytonlarımıza da sahip çıkalım. Hayvan haklarını da koruyalım, atlara eziyet edilmesini de önleyelim ama fayton ve faytonculuğu iyileştirerek, ihya ederek yeniden kazanalım. Lütfen filmlerde, Ali Kocatepe’nin ve başkalarının şarkılarında kalmasın.

Yarın devam edeceğim. Kalın sağlıcakla…