Sanıyorum 1966 yılı falandı. Başkaları aksini iddia etse de ilk yerli ve milli arabamız Anadol piyasaya yeni çıkmıştı. Babam Koç Holdingin Manisa temsilcisi merhum Enver Gediz’in umumi vekiliydi. Babamın arabalara karşı hiç hevesi yoktu, ehliyeti de yoktu. Nedenini bilmediğim bir şekilde otomobilden de korkardı. Merhum Gediz ısrarla Anadol almasını istiyor ancak babam kaçıyor “param yok” diye bahaneler üretiyordu. Ancak kaçış yoktu; “ücreti vekaletle ödersin” denilerek zoraki bir araba sahibi olduk.

            Başlangıçta hafta sonları, adliyeden bir zabıt katibi şoförlüğümüzü yapar bizi denize götürür, getirirdi. Sonraları ise babam, Saruhanlı, Turgutlu, Salihli’deki duruşmalara da gidecek olunca bu kez itfaiyeden vardiyada olmayan şoförler yardımcı oldular. Taşıma suyla değirmen dönmeyeceği anlaşılınca kadrolu bir şoför tutmak zaruri hale geldi. Saim amcamızla böyle tanıştık, emekliydi, usta şofördü, elektrikten anlar, elinden her iş gelirdi. Başlangıçta abim ve ben ehliyet alırsak işinden olur endişesiyle bizi arabaya hiç yanaştırmazdı. Ancak babamın “ben hiç onlara ehliyet alsalar bile canımı emanet eder miyim?” teminatı üzerine şoför hocalığı yönünü de keşfettik. Uncubozköy’ün alt tarafındaki bugün CBÜ binalarının bulunduğu alanda ve henüz fabrikaların kurulup kalabalıklaşmamış OSB yollarında şoförlüğü öğrendik. Her delikanlının yaptığı gibi babamın haberi olmadan gizlice anahtarı alır Manisa sokaklarında gezerdik. Bu böyle 4-5 sene sürdü. Üniversiteye başlayıp Manisa’dan uzaklaşınca ehliyet işi de kaldı. Daha sonra başvurumu yaptım, Ankara’dan Manisa’ya gelirken Hakiki Koç otobüsünde okuduklarımla sınava girdim kazandım. Ertesi günü hemen uygulamaya girdim vermediler. Neden diye sorduğumda ise dalga geçer gibi gülüp geçtiler. Ağırıma gitmişti 7-8 sekiz senelik ehliyetsiz şofördüm, üstelik hiç de kusurum yoktu. Babam yeniden milletvekili seçilmişti şikayet etmek, torpil istemek aklımdan bile geçmedi. O günlerde sınava trafik polisi, şoförler cemiyeti ve karayolları temsilcileri katılırdı. Şoförler cemiyeti başkanı babamın milletvekili arkadaşı Halil Yurtseven’in kardeşiydi, trafik polisi ve karayolları temsilcileri de zaten devlet memuru istese babamın bir ricası yeterdi. Yılmadım, iki, üç, dört üşenmeden Ankara’dan gelip sınavlara tekrar, tekrar girdim. Geçemediğimi bildiği halde babam oralı bile olmadı. Dördüncüde verdiler ehliyetimi. Tam 44 senedir kaç yüz bin km yaptım, milyonu buldum mu bilmiyorum.

            Eski Türkiye’de nüfuz, kimlik suiistimali yapmak ayıp sayılırdı. Hele, hele görevini yapan kolluk kuvvetlerine diklenmek, dayılanmak onları azarlamak hatta hakaret etmek hiç yakışık almadığı gibi, gazetelere manşet olurlar, liderleri, amirleri tarafından da paylanırlardı.

            Bursa eski milletvekilimiz Ertuğrul Mat Beyefendi de sosyal medya hesabından başından geçen bir olayı nakletmiş. Merhum İsmet Sezgin’in danışmanı Haşmet Aysan bey de merhum Sezgin’in hem de içişleri bakanıyken, eşiyle eskortsuz ve sivil araçla Aydın yönünden seyir halindeyken şoförünün radara yakalanması nedeniyle çevirmede ne korumasının ne de şoförünün hiç müdahale etmeden kuzu, kuzu kesilen cezayı ödediklerini nakletmiş. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama ben başımdan geçen bir olayı nakledeceğim.

            DYP Kongresi için bir hafta sonu Manisa’ya gelmiştim. Malum ertesi gün iş günü ve benim de Ankara’ya dönmem gerekiyor. Çevre eski bakanı Rıza Akçalı da dönecekmiş, birlikte dönmeyi teklif etti, doğrusu bana da ilaç gibi geldi. Kongre biter bitmez vedalaştık yola çıktık. Sivrihisar dolaylarında hava karardı, Polatlı’ya doğru da trafik uygulaması için durdurdular. Memur bey nazik bir biçimde hız sınırını bir hayli aştığımızı ve ceza tutanağı tutulacağını bildirdi. Sayın Bakan sadece karanlıkta nasıl gördüklerini sordu. Meğerse o noktada ve birkaç başka yerde gece görüşü olan radarlar konulmuş. Memur tutanağı yazmak için koçanı kaputun üzerine koyduğunda aracın TBMM giriş kartını gördü ve özür dileyerek yola devam edebileceğimizi söyledi. Rıza bey ise madem durdurulduğu ve plakasının kayda girdiğini belirterek cezanın kesilmesini istedi.

            İşte eski Türkiye’nin vekilleri, bakanları ile yeni Türkiye’nin vekillerinin farkı burada. Görevini yapan memurun görevine engel olmak yok, nüfuz suiistimali yok, hak yemek yok, memuru azarlamak yok, cazgırlık yok hele hele hakaret, tehdit hiç yok. Milletin vekili hanımefendinin videosunu izleyince kan beynime sıçradı. Sen kimsin ki şerefli Türk polisine hakaret ediyorsun? Hakkın olmayan bir ayrıcalık talep ediyorsun? Bu senin ilk vukuatın da değil, daha önce de yüce meclisin kürsüsüne ve bir hanımefendinin ağzına yakışmayacak ifade ve üslupla “kanırta, kanırta, bağırta, bağırta” nutuk attığını sanıyordun.

            Mersinli çok dostumuz, yakınımız, ahbabımız var. Biri de Sayın Ayfer Yılmaz, hem yılların deneyimli bürokratı, müsteşarı hem de milletvekili ve bakanı. ATO Kongresyumda zaman zaman uluslararası üne sahip sanatçıların konserleri olur. 1. kategori fiyatları çeyrek altından pahalıdır yani bize göre değil. Biz de toplam 7 kategori içinden daha makul fiyatı olan 3. kategoriyi tercih ederiz. Sayın Yılmaz’la bir gün 3. kategori koltuklarında karşılaştık. İstese organizasyon firmasını arar, birinci kategorinin de önünde hem de beş kuruş ödemeden protokole ayrılan yerden izleyebilirdi. Tenezzül meselesi, sayın Yılmaz da biz de 3. kategoride izledik diye itibarımızdan bir şey kaybetmedik. Biz eski Türkiye terbiyesi aldık, eski Türkiye ahlakıyla yetiştik. 3. kategoride konser izlemek itibar kaybettirmez ama, cazgırlık ve görevli memura hakaret çok şey kaybettirir.  Benim tavsiyem o sayın milletvekili de hemşerisini örnek alsın.

            Kalın sağlıcakla…