Bu söz 19. Yüzyılda Yeni Zelanda’da yaşamış İngiliz asıllı yazar Katherine Mansfield’e aittir. Yazar sömürge yönetimi altındaki ülkesinde yerli halk ve göçmenlerin nasıl bastırıldığını bizzat görmüş, açlık ve sefaletle mücadele eden halkın nasıl kandırıldıklarına da tanık olmuştur. O yüzden aç insan kolay kandırılır sözünü söylemiştir. Bir ara İngiltere’ye yerleşmişse de tekrar doğduğu topraklara dönmüş ve 1923 yılında Fransa’da ölmüştür.

            Çok şükür ki ülkemiz bir sömürge ülkesi değildir, açlıkla ve sefaletle de o denli boğuşan bir toplum da sayılmayız. Ancak Türk-İş’in açıkladığı Ağustos ayı 4 kişilik bir aile için açlık sınırı aylık 2.957 TL yoksulluk sınırı ise 9.533 TL’dir. Bu durumda vatandaşlarımızın büyük bir bölümü açlık sınırının altında kalıyor. Yoksulluk sınırı altında kalanlar ise neredeyse toplumun çok az bir bölümü hariç tamamıdır. Hal böyle olunca da halkımız kolayca kandırılabiliyor. Öyle ki; sadece yoksullar ve aç insanlar değil lüks ve şatafat içinde yaşayanların da bazen kandırıldığına tanık olabiliyoruz.

            Bu sözü doğrulayacak o kadar çok olayla karşı karşıyayız ama biz onları bir tarafa bırakıp güncel olana değineceğiz. Nedir o? Malum bizzat en üst düzeyden açıklandığına göre 5 adet zincir markete Ticaret Bakanlığı müfettişleri gönderilecekmiş. Bu müfettişler fahiş fiyat artışını denetleyecekmiş. Peki bu müfettişler neyi kontrol edecekler? Zincir marketlerin hepsi kurumsal işletmelerdir. Yani girdisi de çıktısı da faturalıdır, orada kaçak olmaz. Alış da satış da belli olduğuna göre kar marjını müfettişler mi tayin edecekler?

Kaldı ki; birçok ürün piyasa fiyatlarından da semt halinden de pazardan da ucuzdur. Zira onlar satarken değil alırken kazanırlar. Satın aldıkları ürünlerin miktarı yerel esnafın 100 binlerce katı kadardır. Yerel esnaf toptancı tüccara bağımlı kalırken marketler büyük montanlı alım yaptıkları için çok yüksek oranlarda indirim kazanırlar ve fiyat avantajı elde ederler.

Sayın Bendevi Palandöken de marketleri şikayet ediyor. Oysa yerel esnafı market zincirlerinin rekabet gücünden korumak onun asli vazifesi ama maalesef bunu yapamıyor kolay yolu seçiyor. Ben mümkün olduğu kadar alışverişimi mahalle esnafımızdan yapmaya çalışırım ama ne yazık ki özellikle deterjan, kağıt ürünleri, hijyen ürünleri gibi kalemlerde marketlerden çok daha pahalı kalıyorlar. Peki bunun önüne geçmek mümkün müdür? Mümkündür.

Esnaf Konfederasyonu ve Esnaf Kefalet Kooperatifleri Birliği gibi kuruluşlar Kurumsal kapasiteleri ve finansal yapıları açılarından çok güçlü kuruluşlardır. Milyonlarca esnaf ve sanatkarı temsil ederler. Pekala market zincirlerinin tedarik birimleri gibi güçlü tedarik şirketleri kurabilirler, aynı indirimleri onlar da alabilir, geniş bir dağıtım ağıyla en ücra köşedeki bakkal, bayii, manav, büfe gibi esnafımızın kapısına kadar ürünleri götürür. 10 bin tane şubesi olmakla övünen market zinciri bunu yapabiliyorsa Esnaf teşekkülleri haydi, haydi yapar. Bu kadar büyük ölçekte olmasa da o günün şartlarında ve kısıtlı imkanlarla eskiden bu tür işletmeler vardı. Aklımda kalan Baksan vardı, ama o zaman Hüsamettin Tiyenşan gibi, Kasım Önadım gibi, Cemal Tercan gibi esnaf liderleri de vardı.

Bana göre bugün yapılmak istenen tüketicinin gözünü boyamaktan, kandırmaktan başka bir şey değildir. Müfettişlerin de yapabileceği bir şey yoktur, zira serbest piyasa kurallarının geçerli olduğu bir sistemde ne narh konulabilir ne de bir yaptırım uygulanabilir. Kaldı ki; Tarım Bakanlığı kontrolündeki Kooperatif marketleri, PTT AVM çevrimiçi satış organizasyonu ve belediyeler dahil tüm kamu kurumlarını ihale yapmadan alışveriş yapabildikleri DMO’da da fiyatlar hemen, hemen aynıdır, hatta daha bile pahalıdır.

Covit 19 salgını başında bir litre kolonya 150-200 TL’ye çıktığında, keza dezenfektan maske bulunmadığı, bulunduğu yerde de fahiş fiyatla satıldığında ne tedbir alınmış, hangi yaptırımlar uygulanmıştır? Kara mürver ekstreleri, C vitamini ve diğer vitaminlerin etiketleri üç günde bir değiştiğinde bakanlık hangi kontrolleri yapmıştır? Marketlere müfettiş göndermek abesle iştigaldir. Hiçbir yararı olmadığı gibi çaresizliğin de itirafıdır. Oysa çare vardır.

Çare nedir? Derseniz, önce devlet eliyle yapılan fahiş zamları durduracaksınız. Vatandaşın temel ihtiyacı olan başta gıda ve tarım ürünleri olmak üzere üretimi etkileyen maliyet unsurlarını düşürecek tedbirleri alacaksınız. Çiftçinin mazotundan, elektriğinden vergi almayacaksınız. Gübre, ilaç fiyatlarındaki fahiş artışları önleyeceksiniz, önleyemiyorsanız sübvanse edeceksiniz. Gıda ürünleri taşıyan kamyonların, tırların mazotundan da vergi almayacaksınız, otoyollardaki fahiş zamları geri alacaksınız hatta bu araçlardan ücret almayacaksınız. Son birkaç yıldaki, akaryakıt, elektrik, doğal gazdaki fahiş zamlara bir bakın onları da düşüreceksiniz yoksa onlar marketlerin genel giderlerine yansıyor, kazık tüketiciye giriyor. Zırt, pırt Merkez bankasına müdahale edip döviz kuru artışına neden olmayacaksınız. Zira sattığınız fabrikalarda selülöz, deterjan hammaddeleri, bazı petrokimya ürünleri, çeşitli kimyasallar artık üretilmiyor ithal ediliyor. O yüzden en çok tüketilen, kağıt ürünleri, deterjanlar, temizlik malzemeleri, kozmetikler, çocuk ve hasta bezleri fiyatları fahiş bir şekilde artıyor. Daha birçok neden ve ürün sıralanabilir ama pahalılığı önlemek istiyorsanız önce kendi ekonomi politikalarınızı gözden geçireceksiniz. Yoksa marketlere müfettiş göndermek çare değildir. Olsa olsa, halkı kandırmak olur.

Efendim son olarak da tencereyle, tavayla mutfak ve ev ihtiyaçlarıyla hiç ilgisi olmayan bir zamdan bahsedeceğim. Hem de adının başında Cumhurbaşkanlığı yazan bir kurumun zammından. Bize ne diyenleriniz olabilir, olsun ama bundan etkilenen insanlarımız da elbette var. Osmanlı mirası Mızıka-i Hümayun ya da bugünkü adıyla Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası. Geçtiğimiz aylarda 9. Cumhurbaşkanımız merhum Süleyman Demirel’in temelini attığı ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı yeni konser salonuna taşındı. İhtişamlı ve modern bir bina, ben henüz gidemedim ama çok işlevli bir bina olduğu söyleniyor. İnşallah eski tarihi binayı yıkmazlar. Talebeliğimden beri, müsait olduğum her Cuma akşamı giderim. O zamanlar talebelere bedavaydı, kapıda dikilir gelmeyen biletlilerin yerine ya da protokol sıralarına otururduk. Geçen yıl en son 20 TL bilet ücreti vardı. Şimdi sıkı durun bu yılki bilet ücretleri 150 TL yani tam 7,5 kat artış olmuş. Hadi en önde izleme ikinci kategori bilet al 125 TL, iki kişi 250 TL ayda eder bin TL, emekli maaşının bir kısmı uçtu gitti. Şimdi diyecekler ki; Berlin, Viyana filarmoni orkestraları daha pahalı. Eee! İşte tam yerine geldi ben de sorayım “Avroyla mı maaş alıyoruz?” Berat beyin kulakları çınlasın.

Enflasyonsuz, zamsız, insanlarımızın açlık sınırının ve yoksulluk sınırının üstünde refah içinde yaşayacakları, kanmadığı ve kandırılmadığı sağlıklı ve mutlu günler dilerim. Hoşça kalın…