Bugün sizlere üç farklı hikaye ve içerdiği üç farklı mesajdan bahsetmek istiyorum. Psikolojik danışma süreçlerinde ara ara kullandığım hikayelerden üç tanesini sizler için belirledim. Bu hikayeler bireylerin yaşamlarına yönelik farkındalık kazanma anlamında destekleyici rollere sahipler. Yaşamsal süreçlerimizde, içinde bulunduğumuz ancak tanımlanamayan durumlarda yol gösterici olabiliyor bu tarz hikayeler. Bugün için ise bu üç hikayenin sizlere bir dokunuşta bulunabileceğini düşünüyorum. Keyifli okumalar diliyorum.

***Bir zamanlar, beraber zaman geçirip eğlenmek için sürekli ormana giden bir grup kurbağa varmış. Gece olana kadar şarkı söyleyip zıplarlarmış. Hep çok gülerlermiş ve birbirlerinden ayrılmazlarmış. Bir gün, normalde gittikleri ormana değil de yeni bir ormana gitmeye karar vermişler. Oyun oynarlarken aralarından üçü daha önce hiçbirinin fark etmediği derin bir çukura düşmüş. Kalanlar şaşkınlık içindeymiş. Çukurun içine bakmışlar ve çok derin olduğunu görmüşler. “Onları kaybettik,” demişler. Düşen üç kurbağa çukurun duvarlarına tırmanmaya çalışmış ama bu çok zormuş. Birazcık tırmanıyor, sonra yine düşüyorlarmış. Diğer kurbağalar onların bu çabasının işe yaramaz olduğunu söylemeye başlamışlar. Bu kadar yüksek bir duvara nasıl tırmanabilirler ki, demişler. Kurbağaların pes etmesi gerektiğini düşünüyorlarmış. Yapılacak başka bir şey yokmuş. Kurbağaların ikisi bu yorumları duyup pes etmeye başlamışlar. Yukarıdaki kurbağaların haklı olduğunu düşünüyorlarmış. Ama diğer yandan, üçüncü kurbağa tırmanmaya ve düşmeye devam etmiş; sonrasında, birkaç saat sonra yüzeye çıkmayı başarmış. Yukarıdaki kurbağalar buna hayret etmiş. Biri yukarıya çıkmayı başaran kurbağaya “Bunu nasıl yaptın?” diye sormuş ama kurbağa cevap vermemiş. Çünkü bu kurbağa sağırmış.

-Hikaye, yaşamımız süresince karşılaştığımız ve kimi zaman hayallerimizden, isteklerimizden bizleri uzaklaştıran dış konuşmalara birer örnek. Ancak dikkat etmemiz ve önem vermemiz gereken konuşmaların iç konuşmalarımız ve düşüncelerimiz olduğunu bizlere hatırlatıcı nitelikte mesaj içeriyor.

*** Hikaye, Afrika’da grubunu kaybetmiş olan bir aslan ile başlıyor. Aslan son 20 gündür bir yerden diğerine yürüyormuş ancak bir türlü sürüsünü bulamıyormuş. Aç ve susamış haldeymiş, ama aynı zamanda yalnız olmaktan da çok korkuyormuş. Sonunda aslan bir tatlı su gölü görmüş. Bütün gücüyle bu göle koşmuş. Neredeyse susuzluktan ölecek durumdaymış ve bu hayati sıvıdan ne pahasına olursa olsun içmesi gerekiyormuş. Ancak, kıyıya ulaştığında suyun üzerinde susamış bir aslanın görüntüsünü görmüş. Bundan dolayı kaçmaya karar vermiş. “Bu gölün zaten bir sahibi var,” diye düşünmüş. O gece göle yakın bir yerde kalmaya karar vermiş ama göle geri dönmeye cesaret edememiş. Gölün sahibi olan aslan gelirse onun gölünü kirlettiği için büyük ihtimalle kendisine saldıracağını düşünmüş. Zaten kimseyle yüzleşebilecek gibi bir durumda da değilmiş. Bir gün daha geçmiş ve güneş son derece yoğunmuş. Susuzluğa daha fazla dayanamadığı için bir risk almaya karar vermiş. Artık buna katlanamıyormuş. O yüzden dikkatli bir şekilde göle yaklaşmış ve kıyıya geldiğinde yine aslanı görmüş. Ancak o kadar susamış haldeymiş ki bu umurunda bile değilmiş. Bu temiz suyu içebilmek için kafasını suya sokmuş. Tam da bu anda aslan yok olmuş: görüp durduğu korkutucu aslan kendi yansımasıymış.

-Korku ve korkular, insan yaşamına şekil veren, izleri belirgin olabilen yaşam şekillendiricileri olarak değerlendirebiliriz. Hikayeden ise; korkularımızın üzerine gittiğimizde korkularımız eski etkisini koruyamaz, ortadan kaybolur diyebiliriz. En optimal düzeyde üzerine gidildiğinde ilk etkileri kalmamakla birlikte kişiye kazanım sağlamaktadır.

***Zamanın başlangıcında, insanlık Dünya'yı doldurmadan önce, farklı tanrılar, insanoğlunun kendi suretlerinde ve benzerlikleriyle yaratılışını hazırlamak için bir araya geldi. Ancak içlerinden biri, onları aynen kendileri gibi yapsalar, aslında yeni tanrılar yaratacaklarını, bu yüzden onlardan farklı olacak şekilde onlardan bir şey almaları gerektiğini fark etti. Dikkatlice düşündükten sonra, orada bulunanlardan bir diğeri mutluluklarını ellerinden almayı ve asla bulamayacakları bir yere saklamayı teklif etti. Bir diğeri onu en yüksek dağda saklamayı teklif etti, ancak güçle insanlığın yukarı çıkıp onu bulabileceğini fark ettiler. Bir diğeri onu denizin altına sakladıklarını öne sürdü, ancak insanlık meraklı olacağından, denizin derinliklerine ulaşmak ve bulmak için bir şeyler inşa edebilirdi. Üçüncüsü uzak bir gezegene mutluluk getirmeyi önerdi, ancak diğerleri, insanların zekaya sahip olacağından, ona ulaşabilen uzay gemileri inşa edebilecekleri sonucuna vardı. O zamana kadar sessiz kalan tanrıların sonuncusu, bulamayacakları bir yer bildiğini belirtmek için söz aldı: Mutluluğu insanın içinde saklamalarını önerdi, öyle ki dışarıya bakmakla o kadar meşgul ki onu asla bulamayacağım. Herkes onunla hemfikir olarak öyle yaptılar. İnsanın aslında kendi içinde olduğunu bilmeden hayatını mutluluk arayışıyla geçirmesinin nedeni budur. "

-Sanırım çokça düşünülen ve karşılaşılan bir durumu bizlere açıklıyor bu hikaye. Mutlu olmayı beklemenin, mutluluğu bir amaç edinmenin sonuçlarını açıklayan bir hikaye.

Umuyorum ki bu üç hikaye sizlere farklı mesajlar sunarak her kişinin yaşamlarına birer dokunuşta bulunmuştur. Farkında olacağımız bir gün geçirmeniz dileğimle.