Geçtiğimiz günlerde Dünya Emekçi Kadınlar gününü hep birlikte kutladık. Siyasiler konuştular, sendikalar, STK’lar fırsat buldularsa TV’ye çıktılar, mesaj verdiler, çeşitli kadın dernekleri gösteriler yaptılar, TV’ler sabah ve akşam kuşaklarında bu konuyu işlediler, konuklar aldılar, sosyal medyada paylaşımlar yapıldı, her şeyden anladığını sanan TV geyikleri bol bol muhabbet ettiler. Sözüm ona kadınlar günü kutlanmış oldu. Bugünün 8 Mart 1908’de Newyork’ta kadın işçilerin hak arama mücadelesinden doğduğuna değinen hiç olmadı denebilecek kadar az. Türk kadının geçmişteki şanlı direnişlerinden hiç söz edilmezken birçok batılı ülkeden önce seçme ve seçilme haklarını elde edişi ise çok cılız anıldı.

            Ne iktidar ne de muhalefet sözcüleri, Halide Onbaşıdan, Gördesli Makbule’den, Nene Hatundan, Kara Fatma’dan, Şerife bacıdan ve diğerlerinden söz bile etmediler. Her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alanlardan elbette beklenemezdi ama milliyetçiliği 6 okundan biri olarak alanlara ne demeli? Bir de tabi milliyetçiliği parti adına koyanlar var. Hani bir söz vardır; “feministin feministliği zengin kocayı bulana, ateistin ateistliği de uçak türbülansa girene kadardır” derler, bunların milliyetçiliği de iktidara ortak olana kadarmış.

            Gelelim cesur ve güçlü kadınlarımızın mücadelelerine. Kocası Nuri Midyat’ın (DP) vefatı nedeniyle büyük bir mücadeleyle belediye başkanı seçilen sanatçı Sermiyan Midyat’ın büyük annesi Zekiye Midyat (Hate Hanım) ve diğer öncü kadınlarımızın erkek egemen bir zihniyetin olduğu yörelerdeki siyasi mücadeleleri anılmaya değerdir. 1947 yılında Mersin Aslanköy’de seçimi kaybeden muhtarın Vali Tevfik Sırrı Gür’ü yanıltarak seçimi iptal ettirmesi ve köye yapılan jandarma baskını üzerine sandığın üstüne oturarak direnen kadınların mücadelesi de demokrasi tarihinin ibretlik bir hadisesidir. Konya’da yapılan yargılama tüm dünyanın ilgisini çekmiş, jandarmaya mukavemet ve devlete isyan ile suçlanan kadınlar beraat etmişlerdir.

            Sermiyan Midyat büyükannesinin mücadelesini beyaz perdeye aktardı. “Şalvar Davası” filmi de bir başka kadın hakları mücadelesi komedisi. Aslanköylü kadınların şanlı direnişi de bana göre senaryolaştırılmalıdır. Hele, hakim karşısında bacaklarını açıp “Reyimiz ırzımızdır, başımızı veririz, ırzımızı vermeyiz, darağacına kadar yolu var” diye haykırarak boğazını kesme işareti yapan ve batı dünyası TV’lerinde verilen kadının savunması herhalde izlenmeye değerdir. Olayın ayrıntılarını bir başka yazımda anlatmıştım. Bugün Newyork’lu kadınların direnişiyle aynı günlere rastlayan Uşaklı kadınların direnişinden söz edeceğim.

            Osmanlı ekonomisinin iyice çöküşe geçtiği dönemde, 1838’de İngilizlerle Balta limanı anlaşması imzalandı ve 1839 Tanzimat Fermanı ilan edildi. İngilizlere de birçok imtiyazlar verildi. 1870’lerde Türk halıları Avrupa’da çok ilgi ve talep görüyordu. Halıcılık batı Anadolu’da İzmir çevresi, Uşak, Isparta, Demirci, Gördes, Kula gibi yörelerde yaygındı. Kentlerde ve köylerde, kadınlar evlerde dokur, toplanır ve İzmir’den Avrupa’ya sevk edilirdi. Dağ köylerinden toplanan yün ve yapağı köylerde kadınlar tarafından elde eğrilir İplik yapılırdı. Boyama da Türklerin yüzyıllardır geliştirdiği kök boya tekniği ile yapılırdı. Avrupa’daki bu talebi gören İngiliz Tüccarlar birleşerek İzmir’de Şark Halı Kumpanyasını (OCM) kurdular.

            Başlangıçta kumpanya, halı üretiminin yaygın olduğu bölgelerdeki imalatçılarla işbirliği yaparak evlerde kendi adına halı dokutturdu. Ancak ilerleyen yıllarda ev ekonomisi olarak yapılan dokuyuculuğa yeni bir sistem getirerek atölye halıcılığını geliştirdi ve sadece Uşak’ta 1885’den 1886’ya üretimi 75 binden, 250 bin mye çıkardı. Ancak Türk kadınları atölyelerde çalışmak istemiyor, gayrı Müslim kadınlar çalışıyordu. Diğer taraftan OCM Uşak’ta yerli ortaklar eliyle buharlı makinalarla iplik üretimine geçti, kök boya yerine de kimyasal boyalar ithal etti. Böylelikle hem maliyetleri düşürdüler hem de verimi artırdılar. Türk halıcılar ise rekabet edemez hale geldiler ve evlerdeki üretimin tamamına yakınını durdurdular. Hem dokuyucu kadınlar hem de iplik eğirenler ve geleneksel yöntemle kök boya üreten kadınlar işsiz kaldılar.

13 Mart 1908’de, Uşak merkez ve çevre köylerden çoğunlukla kadın ve çocuklardan oluşan 1.500 kişi Uşak İplik pazarında toplanarak ellerindeki çıkrık ve kirmanları havaya kaldırıp protesto etmeye başladılar. Buharlı yün iplik fabrikalarına yönelen isyancı kadınlar makineleri tahrip edip yün ve iplikleri yağmalayarak fabrika binalarını ateşe verdiler. Günlerce süren protestolarda kadınlar tutuklanan 14 arkadaşlarının serbest bırakılması için kaymakamlığa yürüdüler, isyanı bastıramayan Uşak Kaymakamı görevden alındı. Kütahya’daki mutasarrıf meseleye el koydu, payitahttan gelen müfettişlerin de tavsiyeleri ile iplik fabrikaları geçici süre ile kapandı. Bu olay Türkiye’deki ilk kadın hareketidir ve Newyork’taki olayla eş zamanlıdır.

Bu direniş, OCM’nin faaliyetlerine biraz sekte vurmuştur. Asayişi sağlamak için payitaht kadınların taleplerini kabul ediyor görünmüş, iplik tesislerinde üretime ara verilmiş, OCM işleri de yavaşlamıştır. Ancak asıl büyük direniş ekonomik sahada olmuştur. Uşaklı kadınların direnişi halıcılar ve diğer yan iş kollarında farkındalık yaratmış, başta Demirci’de İzmirizade Hacı Nurullah Efendi ve arkadaşları olmak üzere birçok halıcı OCM le işbirliklerini keserek eski usule dönmüşler, OCM’nin Demirci’ye nüfuz etmesini önlemişlerdir. Birinci dünya savaşında OCM tüm tesislerini kapatmış, milli mücadelede ise sadece işgal bölgelerinde devam etmiştir. Milli mücadeleden sonra yeniden faaliyete geçmişse de bir daha eski gücüne ulaşamamış ve temelli ülkeyi terk etmiştir. Bugün Ayasofya ve dünyadaki birçok prestijli caminin halıları Demirci’de dokunuyor diye övünüyor ve Demirci’yi dünya cami halısı merkezi olarak kabul ediyorsak bunu Uşaklı kadınların direnişi ile başlayan süreçte Hacı Nurullah Efendinin OCM’ye karşı dik duruşu ve Cumhuriyet sonrasında onun evladı, akrabaları ve dostlarının gayretleri ile 1926’da kurulan ve 1933’de Atatürk’ün imzası ile A.Ş’ne dönüşen Tasarruf şirketinin rolü büyüktür.

Nedense idarecilerimiz bu tür direnişleri hep vandallık, hainlik, yıkıcılık, anarşi olarak göstermeye çalışmaktadır. Evet belki, Uşaklı kadınlar biraz ileri gidip makinaları kırmışlar, biraz vandallık yapmışlardır ama bu sayede emperyalizmin ticari güçlerinin, Türk halıcılığını tarumar etmesinin önünü tıkamışlardır. Evet bugün de belki Gezi hadisesinde, Boğaziçi direnişinde masum öğrencilerin arasına sızan ve olayın masumiyetine gölge düşüren marjinal unsurlar vardır ama sonuçta hak, hukuk, adalet, temel hak ve hürriyetler adına, halkın bilinçlenmesi adına önemli mesafe almışlardır. İhanet şebekeleri varsa onları ayırıp, çekip almak devletin görevidir, yoksa öğrenci ve öğretim görevlileriyle topyekun bir camiayı hain ilan etmek abesle iştigaldir. Biz yollar yürümekle aşınmaz diyen bir ekolün temsilcileriyiz. Ne yazık ki 50 yıldır hala bu sözün anlamını anlayamayanlar olduğu gibi, yanlış anlayıp tam aksini yapanlar da var. Bu vesile ile tüm kadınlarımızı kutluyorum. Yukarıda saydığım, sayamadığım milli mücadelemizin kadın kahramanlarını, Uşaklı direnişçi kadınlarımızı, Aslanköy’ün yiğit kadınlarını rahmetle ve minnetle anıyorum. Hayatta kalanlar varsa da sağlıklı ömürler diliyorum.

Kalın sağlıcakla…

NOT: Geçen haftaki yazımda İzmir BB’ne ilişkin sitemim üzerine CHP Gurup Başkanvekili Özgür Özel derhal aradılar, konunun İBB’ne en üst düzeyde iletildiğini bildirdiler. Teşekkür ederim. Hemen ses de geldi 188 kayıtları, dinlenilmiş, bu arada cenazemizi teslim alan kız kardeşimin eşi de aranmış. Ancak hemen belirteyim 188 ve Mezarlıklar müdürlüğü personeli ellerinden geleni yaptılar ve yardımcı olmaya çalıştılar. Burada sorgulanması gereken çalışanlar değil prosedürlerdir. Vatandaşlara böylesi acılı günlerinde binbir bürokrasi çıkaran ve cenazeleri oradan oraya gezdirme zorunda bırakan prosedürler behemahal düzeltilmelidir.