Yaz bitti, güz gelmek üzere. Her ne kadar Ege’de, Akdeniz’de hatta Ankara’da bile yazın son günlerini yaşıyor olsak da sonbaharın geldiğini artık kabullenmeliyiz. Bundan sonra serin günlere ve yağışlara hazır olmalıyız. Bizim tatil de bitti bu arada. Emeklilik sonrası bu yaz ilk kez bağımlı olmadan tatil yapmayı planlarken pandemi süreci bizim de hayallerimizi suya düşürdü tabi ki. Biz de yaz sonu, sahillerden el ayak çekilince, kalabalıklar dağılınca, okul çağında çocuğu olanlar evlerine dönünce tatil yapmaya karar verdik. Tercihimiz de öyle, eğlenceli kalabalık merkezler değil, küçük sahil kasabaları, köyleriydi. İyi de yapmışız zira gençler azınlıktaydı ve yaş ortalaması da oldukça yüksekti, haliyle kurallara uyanlar da çoğunluktaydı ve HES verilerine göre de 0 riskli bir bölgedeydik. Gönül rahatlığıyla evimize döndük. Bugün sizlerle beraber olamadığımız günlerdeki olaylarla kısa bir gezinti yapacağız.

            Maalesef milletçe covit-19 salgınının yazın biteceğini umut ederken yeniden Mayıs sonu rakamlarına döndüğümüzü üzülerek görüyoruz. Hele sizlerle beraber olmadığımız günlerde daha da artmış gözüküyor, hele Ankara zirve yapmış durumda. Ankara’nın yeni adı WuhAn-kara olarak söyleniyor. Peki Ankara nasıl bu hale geldi? Rivayet muhtelif. Kimine göre kamu çalışanlarının yoğun olduğu Ankara’da kamu binalarının çoğunun sözde akıllı ama penceresiz olması. Yani içerideki havanın %30-40 kadar dış hava emilerek sirküle edildiği ve dolayısıyla virüsün de havalandırma kanallarından yayıldığı sağlıksız bir çalışma ortamının olduğu söyleniyor. Bayram tatilini fırsat bilen kamu çalışanlarının yoğun bir şekilde sahillere akması, hem oralara virüs taşıması, hem de oralarda enfekte olup Ankara’ya taşıması da söyleniyor. Hepimiz TV’lerde izledik hiçbir yerde maske ve mesafe kuralına uyulmadı. Bir başka neden de düğünler, sünnetler, taziyeler, asker uğurlamaları gibi kuralların çoğunlukla ihlal edildiği etkinlikler. Bir başka söylenti de Ayasofya açılışına kuralsız, tedbirsiz tıka basa otobüslerle götürülen 1453 kişinin saatli bomba gibi ortalıkta dolaşmaları.

            Sağlık bakanı Fahrettin Koca pandeminin başladığı günlerce hepimize sempatik gelmiş ve güven vermişti. Ben dahil birçok yazar, çizer, haberci, yorumcu ona methiyeler düzüyordu. Ancak ne zaman inisiyatifini kaybetti, kontrollü normalleşme sürecine girildi bana göre yavaş yavaş o güveni kaybetti. Sayın İlhan Kesici TV programlarında onu başarısız bulduğunu söyleyince birçok kişi onu eleştirdi ama bugün herkes ne kadar haklıymış diyor. Kimse o turkuaz renkli tablolara inanmıyor, güvenmiyor. Hem devletin HES kayıtları hem de üniversitelerde, covid hastanelerinde çalışan sağlık çalışanları, hocalar da bu tabloların doğru bulmadıklarını söylüyor. Bir taraftan tedbirler alınıyor, kurallar konuluyor diğer taraftan bizzat o kuralları koyanlar çiğniyor. Allah yardımcımız olsun.

            Sizinle beraber olmadığımız günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramını yaşadık. Bayrama nasıl kutlanacağı tartışmaları damgasını vurdu, ama son noktayı gene her zaman olduğu gibi halkımız koydu zaferine sahip çıktı. O gün Marmaris’in Selimiye köyündeydik. Selimiye köyü, 2-3 yüz haneli ama yazın birkaç bin nüfusa ulaşan, adeta 40-50 bin dönümlük kocaman bir havuzu andıran, tekneler için doğal bir liman olan güzel bir koyun kıyısına kurulmuş şirin bir köy. İktidar, muhalefet tartışadursun Selimiye halkı bayram nasıl kutlanır gösterdi. Hiçbir ön hazırlık olmadan köyün tüm tekneleri bir anda organize oldular. İrili ufaklı balıkçı tekneleri, dalış kursu tekneleri ve gezi tekneleri onlarcası bir anda konvoy oluverdiler. En önde bir gezi teknesi sonuna kadar açmış hoparlörünü İzmir marşıyla kuğu gibi süzülüyordu. Bu manzarayı gören koyda demirlemiş kotralar, yelkenliler, yatlar bir baktım konvoyun arkasına sıraya girdiler. Bir anda tekne sayısı yüzü aştı. Plajdakiler, kıyıdaki restoran ve kafedekiler, pansiyonlarının, evlerinin balkonlarından, verandalarından bakanlar da bu coşkuya ortak oldular coşkuyla çalınan marşlara eşlik ettiler. Kim ne derse desin kimsenin gücü bu milletin gönlünde yer etmiş zaferleri silmeye, Cumhuriyetin değerlerini, demokrasiyi yok etmeye yetmez.

            Ankara’dan Ege’ye doğru hareket ettiğimiz gün Ankara’ya da bazı dostlarımız konuk olmuşlardı. O gün bir otelde toplantı yaptılar, iki gün sonra da Doğru Partinin kuruluş dilekçesini bakanlığa sundular. İnternete yansıyan kurucu listesini görenler telefona sarılıp beni aradılar. Çoğu “seni göremedik”, “sen yoksan biz de yokuz”, “sen haklıymışsın” mealinde kanaatlerini ilettiler. Doğrusunu söylemek gerekirse Çoban Ateşi hareketine destek verdim, zira çoban ateşinin ilk adımını Sayın Serdaroğlu’dan çok daha önce bizler atmıştık. Adını da kadim dostum Ömür Aykanat koymuştu. İlhamını da Milli Mücadeleye taban oluşturan Ege dağlarında, Toros yaylalarının yürük obalarında, zeybeklerin, efelerin kamp yerlerinde yanan çoban ateşlerinden almaktaydı. O ateşler ki kurtuluşa giden yolu açmış, Kuvayı Milliyenin fitilini ateşlemişti. Desteğimiz de bu yüzdendi, Türkiye’de yeniden Kuvayı milliye ruhunu taşıyan hür ve demokrat, hukuka ve adalete dayalı, kalkınmayı ateşleyecek merkez sağ iktidarın oluşumuna zemin hazırlamaktı. Ancak ne zaman ki çoban hareketi içindeki bazı unsurlar, bizim bu düşüncelerimizin hilafına yeni bir parti kurma sevdasına düştüler biz de bu hareketten desteğimizi çektik. Oysa bu hareket güçlenmeli ve merkez sağda tek çatı altında toparlanarak iktidara talip olabilecek güçte birlik oluşturmalıydı.

Doğru Parti kuruldu çoban ateşinin alevi söndü. Bu sakın ümitleri kırmasın çoban ateşi kimsenin tekelinde değildir ve bu milletin gönlünde yanmaya devam ettiği sürece de sönmez. Bir başkaları çıkar ateşin altına odunu yeniden sürer. Türkiye’de bir anda birkaç yeni parti kuruldu. Görüldü ki yeni partilere beklenildiği gibi bir yöneliş yok. Milletin gerçekte beklediği, bölen değil bütünleştiren, demokrasiyi, adaleti, hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş, sosyal refahı ve kalkınmayı sağlayabilecek, ülkesi ve milleti ile Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne inanmış, hürriyet ve bağımsızlığımızı ilelebet muhafaza etmeye ant içmiş, milleti kutuplaştıran değil, kucaklaştıran, devleti ile milletini daima barışık tutan bir merkez sağ iktidarıdır.

Tatil dönüşü, o haleti ruhiye ile siyasetten biraz ayrı kalalım, sonbahara merhaba diyelim istedim ama gene de dokunmadan edemedim. İleriki günlerde daha detaylı yeni hareketleri, görüşmeleri, olayları paylaşacağım. Her şey kalkınmış hür ve bağımsız insanları, mutlu ve müreffeh büyük Türkiye için.

Kendinize iyi bakın. Sağlıkla kalın.