Pazartesi günleri dünyanın birçok yerinde müzeler kapalıdır. Hafta sonları turist kafilelerinin çokluğu ve çarşı, pazarın çoğu yerde kapalı olması nedeniyle müzelere rağbet edilmesinden açık tutulur. Hafta tatilini ise pazartesi yaparlar. Biz de o günü çevre gezisine ayırdık. Hedefimizde II. Viyana kuşatmasında ordumuzun kamp yaptığı ve Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın otağını kurduğu Kahlenberg tepesiydi.

            Kent merkezinden yaklaşık yarım saat mesafedeki bağlarıyla ünlü Grinzing köyüne kadar tramvayla gittikten sonra 20 dakikada bir geçen otobüsle 15-20 dakikada Kahlenberg tepesine ulaşıyorsunuz. Biz de sabah erkenden bu rotayı izleyerek en tepeye kadar çıktık. Burada bir manastır var ve çok stratejik bir noktada. Viyana’yı kuş bakışı görebiliyorsunuz. İçine girilmiyor ama etrafını dolanıp her açıdan Viyana’yı izleme şansınız var. Burada başkaca tesis yok. Asıl otağın kurulduğu, askerlerimizin kamp yaptığı yer ve tesisler bir önceki durakta. Orman içinden yönlendirme levhalarıyla yol gösterilen yürüyüş yolları da var. Hatta bu patikalardan civar köylere ve Grinzing’e kadar da yürümek de mümkün. Tabi otobüs yolu yılan gibi kıvrıla kıvrıla giderken yürüyüş yolları kestirmeden gidiyor. Tepede fazla oyalanmadık ve 20 dakika sonra gelen bir sonraki otobüsle asıl Kahlenberg durağında indik. Burada restoran, kafe, hediyelik eşya dükkanları, büfeler Üniversiteye ait bazı birimler ve bir de anıt var.

            Viyana’ya hakim, kuşbakışı gören bir kafede kahvelerimizi yudumlarken ecdadımızın ne kadar stratejik bir yerde konuşlandığını da düşünmeden edemedik. Gerçekten de tam bir muhasara mekanı. Viyana’ya gelebilecek her türlü yardımı hem karadan hem de Tuna’dan Viyana’ya ulaşmadan kesebilecek bir yer. Uzun menzilli toplarımızla berhava etmek işten bile değil. Ayrıca müttefikimiz Kırım Hanı da konuşlandığı bölge itibariyle Avrupa’nın muhtelif bölgelerinden gelebilecek yardım ve destek kuvvetlerini engelleyebilecek bir pozisyondaydı. Diğer müttefikler de Viyana’ya yakın mesafelerde olası bir muharebede hemen mobilize olabilecek durumdaydılar.

            Türk ordusunun, müttefikleri Kırım Hanlığı, Macaristan Krallığı, Erdel Beyliği, Eflak ve Boğdan Prenslikleriyle birlikte yaklaşık 250.000 kişilik bir güç olduğu söyleniyor. Öte yandan Vatikan’ın çağrısıyla toplanan kutsal ittifak ise 150 bin kişilik bir güce sahip. En büyük güç ise Lehistan-Litvanya Birliği ile Alman-Avusturya güçleri. Merzifonlu, Viyana’ya yakın mesafelerde mevzilenmiş müttefiklere güvenerek adeta düşmanı küçümser bir tavır içindeydi. Nitekim Polonya üzerinden gelen 50 bin kişilik Leh ve Litvanya birliklerini küçümsemiş, geçiş yolları üzerinde mevzilenen Kırım Hanı giray Murat’ın onları durduracağını ummuştu. Halbuki Murat Han hafif süvari birliklerine sahipti ve bu güçler Leh ordularının köprü geçişini engelleyebilecek durumda değildi. Üstelik Merzifonlu Kırım birliklerine top da göndermemişti.

            Polonya birlikleri ile Osmanlı ordusu Kahlenberg meydan muharebesinde karşı karşıya geldiler. Kısa sürede Avusturya birlikleri de dahil olunca kıyasıya bir cenk verildi. Ne yazık ki; Merzifonlu Kara Mustafa Paşa kibrinin esiri oldu ağır kayıplar vererek geri çekilmek zorunda kaldı bu hezimetini de kellesiyle ödedi. Bu geri çekilme Osmanlı’nın yenilmez olduğu algısını da ortadan kaldırdı. Toprak kayıpları başladı, gerileme devrine girildi.

            Kahlenberg’de Lehler de ağır kayıplar verdiler ancak ordularımızı püskürtmeyi de başardılar. Bugün orada Polonyalılar tarafından 6 bin dolayındaki kayıpları için bir anıt yapılmış. Avusturyalılar da bu noktadan Türkleri geri püskürttüklerine dair ibareler koymuşlar. Ne diyelim? Budin’de, Estergon’da ne kadar gurur duyduysak burada da o kadar hüzünlendik. Ancak tarihimizi de daha derinliğine öğrenebilme şansı bulduk. Herkese de tavsiyem odur. Hele siyasete meraklıysanız öyle işkembe-i kübradan atıp tutmak yerine iyisiyle kötüsüyle tarihimizi iyi öğrenin. Dizilerin keyif getirici abartılı sahnelerine de pek itibar etmeyin.

            Üç yüz küsur yıl önce (12 Eylül 1683) savaştığımız, can verdiğimiz, geri çekildiğimiz topraklarda biraz gezinip şehitlerimiz için dualarımızı yaptıktan sonra tekrar otobüsle Grinzing’e döndük. Dostlarımızın tavsiyesi üzerine üzüm bağlarını gezip, şarap imalathanelerini görecektik ama hem hava çok soğumuştu hem de doğrusunu söylemek gerekirse bağcı bir bölge insanı olarak çok da ilgimizi çekmedi. Grinzing tek katlı ve iki katlı evlerden oluşan, etrafı bağlarla çevrili şirin bir köy. Viyana’nın bulunduğu yöndeki son yerleşimi diyebiliriz. Ondan sonra kırsal kesim başlıyor. Viyanalılar da hafta sonları gelip nezih restoranlarda, bağlarda vakit geçiriyorlarmış. Onlarda bizim gibi kahvaltı ve brunch kültürü olmadığı için uzun öğle yemeklerini tercih ediyorlarmış, hele baharda cıvıl, cıvıl olurmuş. Bizim için hava biraz soğuktu ama biz de keyifli bir öğle yemeğimizi nezih bir restoranda yedik. Viyana merkeze göre fiyatlar üçte iki oranındaydı ama lezzet süper.

            Vakitlice merkeze döndük, Viyana’nın ünlü alışveriş caddeleri ve yaya bölgelerinde biraz vakit geçirdik. Ancak bu döviz kurlarıyla hiçbir şey satın almak mümkün değil. Ancak parfüm alınabilir zira AB’de gümrük duvarı olmadığından Paris, Milano, menşeili parfümler Türkiye’den ucuz. Hatta freeshoptan bile ucuz. Girdiğimiz ünlü bir parfümeri zincirinde indirim vardı. Bizim tercih ettiğimiz üründe indirim olmasa bile çok yakınlık gösteren kasiyer kız, internet uygulamasındaki fiyatı uygulayarak ciddi bir indirim sağladı. Üstüne bir de tax free faturası düzenlettik. Hava alanında gümrükçülere faturayı gösterip, onaylattık, gümrüksüz sahaya geçtiğimizde de tax free firmasından ödediğimiz KDV’sini anında kredi kartımıza yüklettik. Para hesabımıza geçinceye kadar da avro en az iki, üç TL arttığından kur farkımız da karımız oldu. Bu arada Türkiye’deki parfümeri mağazaları tüm hızıyla etiket değiştirmeye devam ediyorlardı.

            Ertesi günü Viyana’daki son günümüzdü. Yarın genel bir değerlendirme yapıp gezi notlarımızı sonlandıracağım. Kalın sağlıcakla…