Dünyanın sayılı şehirlerini gördüm, Londra, Paris, Barcelona ve daha birçokları. Her birini ayrı sevdim, çoğunda hayat tarzları, yiyecek içecekleri, gelenekleri, adetleri farklı farklı da olsa ne aç kaldım ne yabancılık çektim. Henüz 22-23 yaşlarında gencecik bir delikanlıyken her yönden 180 derece zıt olan bir ülkeye Taiwan’a (Milliyetçi Çin) gittiğimizde bile şaşkınlığımız sadece bir gün sürmüş, yemekleri başta olmak üzere bazı alışkanlıklarına da hemen uyum sağlayabilmiştim. New York’ta gökyüzünü güçlükle görebilmeyi garipsemiş, Frankfurt’un, Berlin’in o soğuk insanlarının nobranlığına karşılık, İtalyan ve İspanyolların sıcak kanlılığı ve cana yakınlığından çok hoşlanmıştım. Her türlü güzelliklere rağmen dünyada en beğendiğin kent neresidir? Derseniz, yıllardır dört bir koldan mahvetmeye çalışmamıza rağmen İstanbul’dan güzelini görmedim derim.

            Doğrusunu söylemek gerekirse Budapeşte sanki bizden bir yermiş gibi geldi. Farklı ve anlaşılması zor bir dili konuşsalar da insanları bize çok benziyor. Delikanlılar, genç kızlar hatta, bizden çok da genç olmadığın düşündüğümüz kişiler bile tramvayda, otobüste kalkıp yer veriyorlar. Eskiden bizde de öyleydi, şimdi bakıyorum da gençler yaşlıları görmezden geliyorlar, uyuyor numarası yapıyorlar, başlarını telefona gömüp etrafa bakmıyorlar bile. Tabi hala daha bazı güzel alışkanlıklarını yitirmemiş olanları ayrı tutuyorum. Genç yaşlı bütün insanlar son derece yardımsever ve ilgili, yabancı dilleri zayıf bile olsa sorumuza cevap verebilmek, yardımcı olabilmek için çırpınıyorlar adeta. Türk olduğumuzu öğrenince daha bir ilgileniyorlar. Çoğu kimse aynı kökten geldiğimizin farkında olmasa bile, ne de olsa kan çekiyor demek ki.

            Yemekler yönünden de hiç sıkıntı çekmedik, mutfakları bizim mutfağımıza oldukça yakın. Gulaş, biberli tavuk, dana güveç, çorbalar, makarnalar, pilavlar, turşular neredeyse aynı. Kentin hemen her yerinde Türk restoranları, dönerciler de var, işletmecilerin çoğu Diyarbakırlı, hem Türk, hem Macar hem de göçmen çalışanları var. Biz yemedik ama girip sohbet ettik, tezgahtaki yemeklere baktık. Nedense döneri tavuktan yapıyorlar, dana kullanana rastlamadık. Çok çeşitli Türk usulü tencere yemekleri, pilavlar var hiç yabancılık çekmezsiniz. Yalnız musakkayı Yunan usulü yapıyorlar, nedenini sorduğumuzda Avrupalı böyle seviyor dediler. Ayrıca felafel, humus, köfte, kebaplar sunan Ortadoğu restoranları, acılı, baharatlı severseniz Pakistan lokantaları da var. Türk lokantaları haricinde hemen her köşede bir fast food tarzı dönerciler var. İçlerinde Türkler olduğu kadar, Macar, Fas, Tunus, Cezayirli, Ortadoğulular işletiyor. İster lavaş, ister gobit benzeri şişman pidelerde bol garnitürlü elinize tutuşturuveriyorlar.

            Macaristan’da korona vakaları neredeyse sıfırlanmış, günde 15-20 vaka ya var ya yok. Yoğun bakıma kaldırılan nerdeyse yok gibi. Ölüm vakasına ise üç beş günde ancak rastlanıyormuş. Aşılanma oranlarında Avrupa birincisi oldukları söylendi. En az iki doz olmak şartıyla tüm aşı cinslerini kabul ediyorlar. Macaristan’da sokaklarda, restoranlarda, hatta toplu taşıma araçlarında bile maske mecburiyeti kaldırılmış. Sadece resmi dairelere girerken takılıyor. Müzelerde ve çarşılarda da maske yok ama sosyal mesafeye herkes uyuyor. Yaşlılar, bizim gibi tedbiri elden bırakmayanlar ve Uzakdoğulu turistler ise hala maskeliydiler.

            Budapeşte’yi bizden bir yer gibi gördük demiştim. Tuna’nın her iki taraftan da karşı tarafı izlemesi çok güzeldi. Buda kalesi, tarihi binalar, parlamento binası gibi yerler geceleri ışıl, ışıl, Tuna’nın durgun sularına yansıyan ışıkları akşamları muhteşem bir görüntü oluşturuyor. Minik bir Boğaziçi adeta ama karşı kıyılar tabii ki çok daha yakın.  Ben Budapeşte’yi gördüğüm tüm diğer dünya kentlerinde daha çok beğendim. Tekrar gelir misiniz? Diye sorarsanız “gelirim” derim.

Bu müze kente veda zamanı geldi çattı artık. Yolculuk diğer bir Tuna kıyısına, Viyana’ya. Budapeşte’de merkezde birkaç farklı tiren istasyonu var. Kuzeye, güneye, batıya, farklı yönlere giden tirenler farklı istasyonlardan kalkıyor. Keleti istasyonu otelimize çok yakındı eşyalarımız olmasa yürünebilir veya tramvaya binilebilirdi ama taksiyle gitmeyi tercih ettik. Taksi fiyatları Türkiye’den çok pahalı değil esasen Macaristan da Avrupa’nın ucuz ülkelerinden biri.

Budapeşte’den Viyana’ya günde 8-10 sefer var. Kalkış noktaları Budapeşte varış noktaları Viyana olanlar ya Avusturya ya da Macar trenleri ama gelip geçen farklı ülkelerin trenleri de var. Biz biletlerimizi haftalar önce internet üzerinden almıştık o yüzden bilet telaşı olmadı ama görevli istersek yer numarası alabileceğimizi söyledi. Biz almadık, aklınızda bulunsun siz de almayın boşa ücret ödemeyin. Zira hiçbir zaman ful dolu olmuyormuş.

Tren tam vaktinde kalktı, üç saati biraz aşkın bir yolculukla Viyana’ya vardık. Margret adası köprüsü üzerinden Tuna’yı geçtik ve yola revan olduk. Yol güzergahında Budapeşte’nin banliyölerinden durmadan geçtik ama bir istasyonun tabelası çok aşina geldi: Ujpest. Ünlü Macar futbolcusu Puşkaş’ın takımı Ferençvaroş’tan sonra Macaristan’ın en önemli kulüplerinden olan ve ülkemize de birçok kez gelen Ujpest takımının doğduğu yer.

Öğleden sonra güzel, keyifli ve rahat bir yolculuğun ardından Viyana’ya vardık. Viyana’yı da önümüzdeki yazılarda paylaşacağım.

Kalın sağlıcakla…