Acemi politikacılar, bürokratlar ya da kamuoyunun gözü üzerlerinde olan kimseler, adları bir olaya karışıp da gazetelere manşet olunca “reklamın kötüsü olmaz” derler. Hatta bazı ahmaklar sırf gazeteler, televizyonlar kendilerinden söz etsinler diye bile, isteye olayları kendileri kurgular. Halbuki bal gibi olur, reklamın iyisi de olur, kötüsü de. Kötü reklamı olup da kısa vadeli şöhret olmayı seçenlerden kalıcı bir başarı elde edeni daha görmedim. Politikacıysa bir zaman sonra siyasi hayatı son bulur, bürokratsa gözden düşer, sanatçıysa söner gider.

            İsterseniz bir anekdotla bu iddiamı somutlaştırayım. 1970 yılı sonlarında Adalet Partisinde kazan kaynamaktaydı. Parti içinde Sadettin Bilgiç taraftarları dışlandıkları gerekçesiyle Demirel’e cephe almışlardı. Bazıları ileri gidip Demirel’e muhalefeti hakaret boyutuna taşımışlar, disiplin kurulu kararıyla partiden geçici olarak uzaklaştırılmışlardı. Ardından 72 milletvekili Demirel’e muhtıra verdi, içlerinde Demirel’le kader birliği yapmış olanlar da vardı ama Demirel onları ikna edip geri kazanmasını bildi. Sonrasında ise olan oldu 41 milletvekili kendi hükümetlerinin bütçesine ret oyu vererek hükümetin düşmesine sebep oldular. Birçoğu istifa etti ve Demokratik Partiyi kurdular.

İşte böyle çalkantılı günlerin birinde bu hizip guruplarıyla hiç ilgisi olmayan bir milletvekili gurup toplantısında söz alarak Demirel’i hem de hiç ilgisi olmayan bir konuda eleştirdi, sonra da çıkıp kuliste sanki matahmış gibi gazetecilere söylediklerini nakletti. Tabi gazeteciler fırsatı kaçırır mı? Ertesi gün bütün gazeteler baş sayfadan o milletvekilinden söz ediyordu. O da gazeteleri görünce keyiften dört köşe bir şekilde kasıla, kasıla meclis kulisine daldı. Kuliste onu gören yaşlıca bir eski milletvekili “sana hiç yakıştıramadım, olacak iş mi bu?” diye çıkışır. O da “Ne yapalım üstadım, aykırı söz söylemezsen gazeteler seni yazmıyor” der. Sinirlenen eski milletvekili “gazetelerin seni yazmasını istiyorsan öyle abuk, sabuk konuşacağına kulisin ortasında çıkar pantolonunu bak nasıl manşet oluyorsun” diye çıkışır. Sonra ne mi olur? İki yıl sonra yapılan seçimlerde girdiği önseçimde listeye bile girecek oyu alamaz ve o gün siyasi hayatı son bulur.

Siyasette reklamın iyisi elbette başarıda önemli bir etkendir. Halkın nabzını iyi tutup, ilgisini çekecek konuları yakalayıp damardan girdiniz mi başarı muhakkaktır. Bunu ilk kez profesyonel bir ekiple yaparak, genel merkezden bağımsız reklam şirketleriyle çalışan ve umulmadık bir başarı elde eden Hüsamettin Cindoruk başkanlığındaki AP İstanbul il teşkilatıdır.  Parti il merkezinden ayrı merhum Murat Sökmenoğlu’nun idaresindeki ve merhum Mesut Yılmaz’ın da katkı verdiği Mecidiyeköy’deki propaganda ofisi bu işi fevkalade iyi götürmüş, AP İstanbul’da tarihinin en yüksek oyunu almış ve senatörlerin çoğunu kazanmıştır. O gün bende AP Gençlik kolları genel başkanı olarak bizzat mahallinde bunu gözlemlemiştim. O günü hatırlayanlar “bu rengi iyi tanıyın” dediğimde ne demek istediğimi anlayacaklardır.

12 Eylül sonrasında rahmetli Özal da reklam ajanslarıyla çalışmayı tercih etmiş hatta yabancı ajanslarla bile çalışmıştır. Bana göre en etkili reklam ve PR çalışması İK (BAL)’dan sınıf arkadaşım Osman Uslu’nun yönettiği Yorum Ajansın SHP lideri Erdal İnönü için 1979 yerel seçimlerinde yürüttüğü kampanyadır. Onca yıl sonra bile hala “limon gibi sıkacağız” sloganı gibi bir slogan çıkmamıştır. Erdoğan da çok başarılı kampanyalarla başarıya ulaşmıştır. Ancak son çizgi filmle yaptıkları reklam tam bir fiyaskodur. Zaten hemen yayından kaldırılmıştır. Tabi o beni ilgilendirmez parti içi meseleleridir, kendileri nasıl isterlerse öyle yaparlar. Ancak Turizm Bakanlığı ve Türk Hava Yolları tarafından yapılan reklamlar beni de herkesi de ilgilendirir. Zira ödenen milyonlar vatandaşımın cebinden çıkmaktadır ve zedelenen de ülkemin imajıdır.

O ne rezalettir öyle? Turizm Bakanlığı reklam afişleri yaptırmış, genç kızlarımız maske takmışlar, maskenin üstünde de “keyfini çıkarın, aşılandık” yazıyor. Altında da Türkiye’ye gelin diyor. Ne var bunda? Fesatlık yapmayın diyebilirsiniz ama öyle değil. Biz Türkçe lastikli dildir diyoruz ama sadece Türkçe mi? Her dil biraz lastiklidir nereye çekersen çek. Türk milleti, genç kızlarımız, genç delikanlılarımız bu kadar aşağılanmaya layık değildir. Halkını tanımayan, geleneklerinden, göreneklerinden, ahlaki değerlerinden bihaber olan reklamcıların ve bunlara onay veren yöneticilerin yapacağı iş de bu kadar olur. Yazıklar olsun.

Bir de dışişleri bakanımız gitmiş “turistleri görecek herkesi aşılayacağız” demiş. Evet bu da gereklidir ama her gün binlerce kişiyle yüz yüze gelen kolluk kuvvetlerimiz, çocuklarımızı emanet ettiğimiz öğretmenlerimiz, binlerce kişiyi taşıyan toplu taşım şoförlerimiz, en yakın temas içinde olan berber ve kuaförlerimiz dururken bu nasıl bir anlayıştır? Bodrum’daki esnaf, garson, aşçı, dolmuş şoförü aşılanacak 50 km ötede Milas’taki şoför, esnaf lokantasındaki aşçı, garson aşılanmayacak. Herkes kendi işini yapsın bu ülkenin bilim kurulu var, sağlık bakanı var hatta Turizm bakanı var bu onların işi. Siz gidin Kudüs’teki, Filistin’deki yangını söndürün gücünüz yetiyorsa. Büyük devletiz, dünya liderimiz var diye hava atmasını biliyorsunuz ama büyük devlet “aşılandık gelin keyfini çıkarın” demez, onların aşıları var mı diye sorar, PCR testi olmayanı uçağa bindirmez.

Bir de THY reklam afişi dolaşıyor sosyal medyada. Henüz doğruluğu da teyit edilmedi, yalanlanmadı da. Gerçek mi, yoksa muhalefet trollerinin prodüksiyonu mu bilinmiyor. Eğer doğruysa rezalet üstü bir afiş. Sahilde çocuklar oynuyor, üzerinde de “Sınırsız Türkiye, şimdi Türkler olmadan müsaittir” yazıyor. Lütfen bir THY yetkilisi çıksın bu yalandır desin bu kadarı da olmaz artık. Yoksa bayrak taşıyan havayolumuz falan demem.

Bunlar reklamların kötüleri, zaten daha da kötülerini de görmedim. İyilerini görmek istiyorsanız, milli ve dini bayramlarda büyük sanayi kuruluşlarının, bankaların reklamlarını izleyin tüyleriniz diken, diken olur.

Reklamın kötüsü bal gibi oluyormuş demek ki. Liyakatin, ehliyetin, görgü, göreneğin, asaletin ve yeterliliğin yönetim anlayışından daha da uzaklaştığında kim bilir daha neler göreceğiz?

Kalın sağlıcakla…