Geçtiğimiz Pazar babalar günüydü. Ondan önceki Çarşamba da Türk milletinin kendisine “BABA” ismini yakıştırdığı merhum Demirel’in altıncı ölüm yıldönümüydü. Duayen gazetecilerden Rahmi Turan da cumartesi günkü köşesinde “Türkiye’ye bir baba lazım” başlıklı bir yazı yazdı. Böyle durumlar için Amerikalıların bir deyimi vardır. “Good morning after supper” derler. Peki supper nedir? Sinema, tiyatro veya uzun süren bir toplantı sonrası yenilen zamanı gecikmiş akşam yemeğine supper denir. Hani tam da bizim yatsılık dediğimiz türden, genellikle soğuk şeylerin yenildiği, açlığı bastırmak için yenen yemek için söylenir. Yani kahvaltı geçmiş, kuşluk ara öğünü geçmiş, öğle yemeği, beş çayı, akşam yemeği ve yatsılık da geçmiş Rahmi bey yeni uyanmış. Bizde de aynı anlama gelen deyimler vardır. “Uyan da balığa gidelim” veya “Üsküdar’da sabah oldu” gibi.

            Rahmi bey, eskiden boyalı basın dediğimiz, sansasyonel haberler yapan, siyasetin magazin boyutuna ağırlık veren, bol renkli, resimli hatta çoğu zaman yarı çıplak resimlerle donatılmış bulvar gazeteciliğinin piridir. Günaydın, Tan, Son gibi gazetelerin hepsi onun evladıdır. Onun gazetelerinde teyitli haberden çok asparagas ve dedikodu haberler yer alır, başlıkla haberin içeriği, fotoğrafla alt yazısının bazen birbiriyle hiç ilgisi olmazdı. Onun gazetelerinde geçmişte merhum Demirel acımasızca eleştirilmiş hatta yakışıksız ithamlar ve imalar yer almıştı. Çoban Sülü yakıştırması da Demirel’ küçük düşürmek için oradan çıktı ama aksine onu yüceltti. Geçen yıl da köşke çıkan CHP milletvekili haberiyle başı bir hayli ağrıdı. Zararın neresinden dönülürse kardır misali bugün doğru yolu bulduysa mesele yok.

            Sayın Turan da zaten yazısında Başbakanlığı dönemlerinde Demirel’e çok sataştığını itiraf ediyor ama Cumhurbaşkanlığı dönemini de yere göğe sığdıramıyor. Sonra da Türkiye’deki kaosun, karmaşanın ortadan kalkması için Türkiye’ye bir baba lazım diyor. Tabi onun kastı, Sedat Peker’in dizi videolarına, devletin, yargının sessiz kalmasına karşılık, Susurluk hadisesi karşısında tüm parti liderlerini Çankaya’da toplayan ve devletin varlığını ortaya koyan Demirel tavrına işaret etmek. Elbette doğrudur ama bizim yıllardır söylediğimiz sadece bu değil, bu gibi durumların hiç cereyan etmemesini sağlayacak zihniyet ve kadroların iş başına gelmesidir. Bu da babanın, yani Demirel’in ekolüyle olur.

            Aslında baba bir semboldür, tıpkı şapkası gibi. Demirel’e bu ismi onun şefkatli, babacan tavırları, devlet baba olarak gördüğü için takmıştır halkımız. Kim ne zaman takmıştır? Tam olarak bilinmiyor, belli ki anonimdir. 1979 ara seçimlerinde yokluklar, kuyruklar, hayat pahalılığı, dövizde ikili kurlar, yüksek enflasyon ve karaborsadan bunalan halk yer yer “kurtar bizi baba” diye seslenmiştir Demirel’e ama fazla yayılmamıştır. Zira önce azınlık hükümeti, ardından 24 Ocak kararları sonunda da 12 Eylül darbesi ve Hamzakoy sürgünüyle unutulmuştur. Ya da ferasetine her zaman güvendiğimiz halk buzdolabına kaldırmıştır.

            12 Eylül sonrası Demirel Güniz sokakta dört duvar arasına hapsedilmişti adeta. İzlenme, fişlenme pahasına halk akın akın baba evine gider gibi Güniz sokağa gidiyor Demirel’le kucaklaşıyordu. Demirel’in mesajları da onların eliyle Anadolu’nun dört bir yanına yayılıyordu. Halk darbe rejiminin yasakları, baskıları, sınırlamalarıyla bunalmıştı, basına sansür uygulanıyor, çoğu zaman gazeteler haksız yere süreli, süresiz kapatılıyordu. Demirel’den söz etmek yasaktı gazeteler ancak “bir bilen” rumuzuyla ondan söz edebiliyordu. Demirel’in aleni konuşması, toplantılara katılması da yasaktı. O da düğünler, sünnetler, cenazeler, taziyelerle bu yasakları delebiliyordu.

Bir süre sonra, daha önce kendisini ihraç etmeye kalkışan İnşaat Mühendisleri Odası, GAP konulu bir toplantı düzenledi ve Demirel’i onur konuğu olarak davet etti. Yıllar sonra kürsüye çıkan Demirel böylelikle ilk kez yasakları deldi. Ardından Bursa ve Şanlıurfa gezileri geldi. Urfa gezisi için Adana’dan Urfa’ya giderken Osmaniye’de ak sakallı bir ihtiyarın kargacık burgacık yazılmış “Daş…nı Yiyim Babo” pankartı foto muhabirlerinin ilgi odağı oldu ve tüm Türkiye’ye yayıldı. Artık meydanlar “Babo”, “Buba”, “Baba” nidalarıyla çınlar hale geldi. Darbe ekonomisi çiftçiyi, köylüyü, dar gelirliyi perişan etmişti. Bu kitleler de meydanlarda “Kurtar Bizi Baba” sloganlarıyla karşıladılar Demirel’i ve artık Demirel Türk milletinin babasıydı.

            Bugün kurtar bizi baba diyebileceğimiz bir baba bulunabilir mi? O biraz zor, öyleleri 40 yılda bir çıkar ortaya. Sağlığında onu anlayabilen çok az kimse çıkmıştır. Örneğin 68 kuşağının eylemlerine karşılık “yollar yürümekle aşınmaz” sözü parti içi ve dışı muhaliflerince eylemleri hafife almak olarak nitelenmiş, eylemciler de Demirel’in kendilerini küçümsediğini sanmışlardır. Oysa Demirel “Sokaklarda bir fikrin müdafaası için gösteri yapılıyor diye asabınız bozulmasın. Samsun’dan Ankara’ya vatandaşlar yürüyor diye asabınız bozulmasın, yollar aşınmaz. Takati olan yürür.” Demek suretiyle gösteri hakkının kutsallığını vurgulamış ve engin hoşgörüsünü ortaya koymuştur. Keza “dün dündür, bugün de bugün” sözü hep kıvırtma olarak nitelenmiştir. Oysa değişen şartlara göre politika ve tavır belirlemenin neresi yanlıştır?

Bugün anlaşılır olmuştur, hatta en büyük muhalifleri ve muarızları bile ondan övgüyle söz etmektedirler. Ancak geç kalınmıştır. Türkiye’nin düzeni darbelerle, muhtıralarla bozulmuş ne yazık ki bugünkü durumun alt yapısı ilmek ilmek örülmüştür. Demirel’in savunduğu fikirlerden, merkez sağ siyaset anlayışının ne olduğundan habersiz olan aklı eksik, kendilerini gazeteci sanan, Atatürk tüccarı bazı jakoben yobazlar da akılları sıra Menderes’i eleştirdiklerini sanarak merkez sağ oyları zorla AKP’ye itmişlerdir. Bunlardan biri daha birkaç gün önce kendisinin elinden tutan duayen gazeteciye çamur atmış cevabını da fazlasıyla almıştır.

Kendisini zaman zaman eleştirsek de görmüş geçirmiş bir gazeteci olan Rahmi Turan’a kulak verin. Türkiye’nin normalleşmesi onun önerisinde saklıdır: “Türkiye’ye bir Baba Lazım”. Tabi onun gibi bir baba bulamazsınız ama düşüncelerini, düsturlarını, hoşgörüsünü, milleti ayırmadan topyekun kucaklamasını, milletin ve cumhuriyetin değerlerini sahiplenmesini, din ve vicdan özgürlüğüne, ifade ve söz hürriyetine, temel hak ve hürriyetlerin tamamına sahip çıkışını, demokratlığını, yenilikçiliğini, kalkınmacılığını, sosyal adaletçiliğini iktidara taşımak “yetmez ama evet”. Zor değildir onun rahle-i tedrisinden geçenler, onların yetiştirdikleri, onu geç de olsa anlayanlar, izinde yürüyenler, bugününüzden şikayetçiyseniz birleşiniz ve elinizi değil gövdenizi taşın altına koyunuz.

Yarın daha özgür ve güzel günlere uyanma dileğiyle kalın sağlıcakla…