Hava sıcak ve basık, duvarlar insanın üstüne geliyor, bir de felaket üstüne felaket haberleri insanı iyice bunaltıyor. Geçici de olsa olimpiyatlardaki başarılar biraz olsun yüreğimize su serpse de olumsuzluklar dinmek bilmiyor. Şimdi de Afganistan’dan gelen mültecilerin görüntüleri, uçakların tekerlerine yapışan çaresiz insanları, küstah Taliban milislerini, ağlayarak dünyaya seslenen kadınları gördükçe iyice umutsuzluğa kapılıyor insanlarımız.

            Toplum da gerildikçe geriliyor. Bir taraftan orman yangınlarından, sel felaketinden mağdur olan, yakınlarını kaybeden vatandaşların ıstırabı. Diğer taraftan aylardır iş bulamayan, evine ekmek götüremeyen işsizlerin, girdileri misliyle artarken ürünlerine beklediği fiyatı bulamayan çiftçi ve köylülerin, pandemi sürecinde neredeyse yok olma noktasına gelen ancak hala belini doğrultamayan esnafın sıkıntıları toplumu gerdikçe geriyor. Sadece bu kadar da değil tabi ki; EYT’liler, atanamayan öğretmenler, daha iş bile bulmadan KYK kredilerini geri ödemeye zorlanan yeni mezun gençler, hayat pahalılığına ezdirilen memur, işçi, emekli, dul ve yetimler nereye dokunsan bin ah işitiyorsun.

            Toplumdaki bu gerilimi düşürmenin tek yolu halka kucak açmak, sıkıntılarını dinlemek, seslerini duymak, dertlerine derman olacak çareler üretmek, onlara güvenmektir. Çare üretemeseniz bile en azından devletin şefkatli elini uzatmak, yanlarında olduğunuzu onlara hissettirmek bile kötünün iyisi olur, çay fırlatmaktan daha anlamlı olurdu.

            Allah var! Sayın bakanlarımız anında mobilize oluyor, afet bölgelerinde hemen hazır bulunuyorlar. Bir de basiretli olsalar, inisiyatif kullanabilseler, halkı yanıltmasalar, doğruları söyleseler, kendi kusurlarını örtmeye çalışmasalar öyle memnun olacağız ki. Hepsi için söylemiyorum tabi ki.

Bozkurt’ta selden çöken 8 katlı binanın müteahhidi göz altına alınmış, hani Çorlu tren kazasında bütün kusurun görevlilerin üstüne yüklendiği gibi. Yahu! Dere yatağını imara kim açtı, imar planını kim onayladı, ruhsatı kim verdi, projeyi kim yaptı, kontrolünü kim sağladı, TUS kim, o tomruklar neden kereste fabrikalarına sevk edilmedi, dere yatağında tomruklar ne arıyordu, sorumlu kim? Daha çok soru var, imara açan Belediye başkanı ve oy veren meclis, onaylayan bakanlık hiç mi sorumlu değil? Efendim bir de HES kusurlu değil, mağdur denildi. Su tutacak yeri bir halı saha kadar onda da patlama yok denildi. Doğrudur, DSİ öyle dediyse inanırız ama kusuru yok denirse ona inanmak biraz zor. Neden derseniz, akan suyu HES e vermek için küçük de olsa bir bent yapıyorsunuz. Yani suyun olağan akışını değiştiriyorsunuz, su ortalama debisini aşınca bu kez kendine olağan dışı yeni bir mecra buluyor, birleşerek büyüyor ve bu sonuç doğuyor. Ne yazık ki bunu görebilecek, bu hesapları yapabilecek, yetkin kadrolar giderek azaldı. Kalanlar da seslerini çıkaramıyorlar, mahkeme kararlarını bile dinleyen yok, varsa yoksa HES. Oysa ülkemizin o kadar çok yenilenebilir enerji kaynağı var ki onları değerlendirmek, barajlar inşa etmek yerine dağlardan cazibeyle akan sulara HES kurup, doğayı katletmek daha kolay geliyor. Ne diyelim? Bir Süleymaniye inşa edebilmek için bir Sultan Süleyman ve bir de Mimar Sinan gerek derler. O barajları yapmak için de bir barajlar kralı Süleyman gerek.

Toplumun derdini dinlemek, moral vermek, kucaklaşmak için muhalefet de halka kucaklaşıyor, milletin sesini dinliyor. Serbest medya bunları veriyor, nereye dokunsalar bin ah işitiyorlar. İktidar bunlardan kendilerine pay çıkartıp, dile getirilen şikayetlerden istifade edip çareler üreteceğine, yandaş medya eliyle olan biteni ters yüz etmeye çalışıyorlar. Dahası zaman zaman hiç de demokratik teamüllere uymayan bir şekilde kurmaca protestolarla halka giden liderleri taciz ediyorlar.

Unutmayın iktidar bütün rejimlerde vardır, oysa muhalefet sadece demokrasilerde vardır. Atatürk de bunun farkındaydı, iktidarın icraatının farklı bir gözle denetlenmediği, halkın taleplerinin dikkate alınmadığını görünce en yakın dostlarından Fethi Okyar’a Serbest Fırka’yı kurdurdu. Ancak çığ gibi büyüyen Serbest Fırka’nın eylemleri rejim karşıtlarının da istismarına yol açınca partiyi kuranlar bundan rahatsız oldular ve kendi rızalarıyla partilerini feshettiler. Böylece İsmet Paşa hükümeti denetimsiz kalmış oldu.

Atatürk bu kez halkın nabzını bizzat kendisi tutmaya, onları dinlemeye, taleplerini almayı kararlaştırdı ve ünlü Beyaz Tren ile yurt gezilerine başladı. Aydın’a geldiğinde merhum Menderes kendisiyle görüşme talep etti. Ancak CHP mutemetleri (Valiler doğal il başkanı olduğundan parti yöneticilerine mutemet denirdi) Menderes’in kapanan Serbest Fırkanın il başkanı olduğu gerekçesiyle buna engel oldular. Menderes bir yolunu bulup Çakırbeyli çiftliğinde zaman zaman konuk ettiği komutanlar vasıtasıyla on dakikalığına bir görüşme temin etti. 10 dakika olarak planlanan bu görüşme bir tabaka sigara ve 12 fincan kahve içimi kadar sürdü. Menderes halkın dertlerini, ekonomik gidişattaki sıkıntıları dile getirdi. Çareleri de sundu. Tarımsal üretimi artıracak önlemler alınmasını, toprakların sulanabilir hale getirilmesini, esnaf ve zanaatkarların desteklenmesini, sanayi üretiminin artırılmasını önerdi.

Atatürk Aydın’dan ayrılırken yanındaki CHP Umumi Katibine (Genel Sekreter) Menderes’in Aydın CHP vilayet mutemetliğine atanması talimatını verdi. İlk seçimde ise CHP milletvekili seçildi. Bir süre sonra da İsmet Paşa başbakanlık görevinden ayrılarak yerine Celal Bayar Başbakan oldu. O günlerde Türkiye’de henüz demokratik bir sistem olmasa da Atatürk’ün bizzat halkı dinlemek suretiyle hükümet icraatlarından memnuniyetsizliği tespit etmesiyle halk bir şekilde yönetimde tercihini kabul ettirmiştir.

İktidarların görevi halkı memnun etmektir, refah ve saadetini sağlamak asli görevidir. Onun için her zaman halka doğruları söylemeli, şeffaf olmalıdır. Halka güvenmeli, onları dinlemeli, milletin sesini duymalıdır, dertlerine çare bulmalı ve taleplerini öncelemelidir.

Kalın sağlıcakla…