Bu güzel ülkeye, bu güzel millete layık mıdır bu yaşananlar? Ben kendi hesabıma bunları hiç de hak etmediğimiz kanaatindeyim. Şimdi birileri çıkar “her millet layık olduğu şekilde yönetilir” sözüne gönderme yapabilir. Bu söz Churchill’e mal edilir ama aslında Fransız diplomat ve düşünür Joseph de Maistre’ye aittir. İşin asıl ilginç olan yanı ise Maistre’nin Savoy Dükalığı hanedanına mensup azılı bir monarşi (tek adam yönetimi) taraftarı olmasıdır. Bu sözün Hadis-i Şerif olduğunu iddia edenler de vardır ama sahih olduğuna kimse beni inandıramaz. Bugün hiç de layık olmadığımız bir takım acayip ve de garaip ve dahi kepazelik türünden yaşanan bazı olaylara değineceğim.

            Efendim, İstanbul Büyükşehir belediyesi Adalar ilçesindeki faytonlara koşulu atların eziyet gördüğü gerekçesiyle, faytonculuğu yasaklayıp 860 adet atı da satın alarak ihtiyacı olan belediyelere hibe etmişti. Hoş! Hayvan hakları savunucusu biri olmama rağmen ben bu kararı tasvip etmedim. Atların eziyet gördüğü söyleniyorsa, eziyet edene basarsın cezayı, atları da koruma altına alırsın, yaşam koşulları ve beslenmelerini de iyileştirici tedbirleri alırsın. Neyse! O konu geçmişte kaldı, bugünkü konumuz bu değil. Konu İBB tarafından MHP’li Hatay Dörtyol Belediyesine hibe edilen 99 adet atın akıbeti. İBB atlara çip takmış kaybolmasın diye, ne hikmetse bu çipler çıkarılmış. Atların ise kaybolduğu ileri sürülüyor. Ne günlere kaldık ya rabbim? Bir taraftan hiçbir resmi açıklama yapılmazken, diğer taraftan İşsizlik ülkede kol gezip, kapanan işletme sahipleri çar naçar kalmışken, insanlar konteynerlerden atık gıda toplamaya çalışırken, borçlar ödenemez hale gelmiş, hacizler artmışken, her gün yüzlerce kişi covitten hayatını kaybederken düşmüşüz kaybolan atların peşine.

            Bir başka layık olmadığımız konu ise 8 yıldır kamuoyundan gizlenen bir husus. Hani şu ABD’nin silah yardımı yaptığı, güney sınırımızı korumak adına operasyonlar yaptığımız onlarca evladımızın şehadetine sebep olan, PKK’nın Suriye uzantısı PYD var ya! İşte PYD’nin önceki Başkanı Salih Müslim’in kardeşi Mustafa Müslim 8 yıl önce Türkiye’ye iltica etmiş. Yetmemiş Gaziantep’te Ez-Zehra üniversitesini kurmuş ve rektörü olmuş. Yanlış bilmiyorsam vakıf üniversitelerinin rektörleri, kendi mütevelli heyet veya yönetim kurullarınca atanıyor ama Cumhurbaşkanının da onayına sunuluyor. Yani durumu Devletin zirvesince de biliniyor. Bu zat birkaç gün önce koronadan öldü. Cenazesi Gaziantep’te kaldırıldı ve İl protokolü de hazır bulundu, hem de 30 kişi sınırına bakılmadan. Elbette suçun şahsiliği ilkesi vardır, kimse kardeşi yüzünden suçlanamaz. Nitekim kardeşleri terör suçundan yargılanan bakanımız, büyükelçimiz var. Başkaları da var mı bilmiyorum. Benim sorun ettiğim de o değil zaten. Bu mesele muhtemeldir ki; açılım süreci politikalarının bir sonucudur. Böyle bir konu yüce Türk milletinin hassasiyetleri bilinirken neden 8 yıl gizlenmiştir. Adam ölmese belki kimsenin de haberi olmayacaktı, işte benim asıl sorun ettiğim ve hiç de hak etmediğimiz konu bu gizliliktir. Biz bu konudan haberdar olmadık, kamuoyundan saklandı pek sayın Bahçeli’den de mi saklanıyordu acaba?

            128 milyar dolar meselesine hiç girmeyeceğim onu İstanbul milletvekili İlhan Kesici gayet güzel izah etti zaten. Oltaya takılıp, bundan bir çelişki yaratmaya çalışanlar oldu ama nafile. Aslında, havuz medyasının ekonomi yazarı dostumuz bunu çok iyi anlar ama haber merkezinin ona danışmak işlerine gelmez. Ayrıca iktidar sözcülerinin itiraf gibi açıklamaları da cabası. Bence asıl çelişki orada aranmalı.

            Gelelim şu patates, soğan meselesine. Fikir güzel kim akıl ettiyse tebrik ederim. Ancak 85 kuruşluk fiyat zarar eden çiftçinin masrafını karşılamaz. Şimdiden söyleyeyim bu durum karşısında gelecek yıl kimse ekmezse patatesin fiyatı 6-7 lirayı bulur. Ancak, çiftçiler de benim gibi düşünür iyi kar ederim zihniyetiyle ekerse bu sefer 85 kuruşu bile bulamazlar. Bunun planlamasını yapacak, yol gösterecek olanlar Tarım Bakanlığı teşkilatlarıdır. Yüzlerce ziraat danışmanı vardır, ayrıca bakanlık personeli ziraat mühendisleri masa başında oturacaklarına sahaya sürülebilir, ama bunu başarabilecek siyasi irade nerede? Halkın reyini, güvenini almamış bakanlarla tarım yönetilemez. Neyse dönelim konumuza fiyat iyiydi, kötüydü o ayrı konu ama yapılan iş doğrudur. Uygulama ise tam bir kepazelik bu millet bunu hiç mi hiç hak etmiyor. Kaymakamlar, vali muavinleri de bu kepazeliğin baş aktörleri. Yardım gösterişle olmaz, buna Allah da razı gelmez. Yaptığınız bu şov yüzünden Diyarbakır’da, Urfa’da izdihamlar yaşandı, kamyonların önü lebalep doldu. Ne maske ne mesafe hiçbir tedbir alınmadı. O izdiham yüzünden hastalığa yakalanan ölen olursa bunun vebali günahı kimindir? Kimseye görünmeden, şov yapmadan ihtiyaç sahiplerinin evlerine dağıtmak çok mu zordu?

            Anlatabileceğim daha çok konu vardı, gri pasaportla belediye destekli insan kaçakçılığını, Mersin Çamlıyayla Milli Eğitim Müdürünün Atatürk’ün Bursa nutkunu sakıncalı bularak resmi yazıyla yasaklamasına, hemşerim Ticaret bakanının görevden alınmasına değinecektim ama yerim bu kadar. Bir de konumuzun dışında geçen hafta kaybettiğimiz, çok sevdiğim, 45 yıllık dostum, can yoldaşımla ilgili bir anekdot anlatmak istiyorum.

            1986 ara seçimlerindeyiz, birinci bölgede Sümer Oral ve Ekrem Pakdemirli yarışıyor. Abim ve ben daha etkin olabileceğimiz için Ümit Canuyar ve Mehmet Keçecilerin yarıştığı ikinci bölgede çalışıyoruz. Arada bir mahrumiyetten kurtuluyor, Manisa’ya evimize geliyor, yıkanıp, paklanıyor, üst baş değiştiriyoruz. Pazar günü toprağa verdiğimiz can dostum Mehmet Gül de o tarihte Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığında merhum Pakdemirli’nin özel kalem müdürü. Pakdemirli, Bağcılar Birliği kahvesinin yakınında büyükçe bir büro açmış, başına da Mehmet’i oturtmuş. Çalışanların hepsi, müsteşarlığın memurları (ödediğimiz vergilerle metazori siyasete alet ediliyorlar) içlerinde hiç yerel siyasetçi yok. O yüzden rahatça girip çıkıyor, arkadaşımızla hasret gideriyoruz. Mehmet, öz be öz Doğru Yolcu. Babası rahmetli Abdülmuttalip hoca, Zonguldak AP milletvekili seçilmeden önce Çankırı Müftüsüydü, Mehmet de Çankırı’da AP gençlik kolları merkez ilçe başkanıydı. Ancak ne yapsın, görevi gereği yasal olmasa da Pakdemirli’nin bürosunda kerhen çalışıyordu. Yine bir gün yanına uğradığımda, Pakdemirli’nin bir akşam önce gittiği yerde köylüler tarafından protesto edildiğini söyledi. Meğerse ikinci el pamukta zarar ediyoruz diyen çiftçilere “siz de o zaman ikinci elde pamuk ekmeyin” deyivermiş. Köylüler de anında kahveyi boşaltmışlar, yapa yalnız kalıvermiş. Hemen kalktık DYP karargahında merhum Önol Şakar’ın yanına gidip durumu anlattık. O da bizim o gün Demirci’ye dönmememizi ve aynı yerde kalabalık bir toplantı yapıp cevap verilmesini istedi. Öyle de yapıldı, konuşulanlar dalga, dalga tüm Manisa’ya yayıldı. Manisa çiftçisi toprağı saksıda görenlerin değil eli nasırlıların yanında yer aldı. Böylelikle Mehmet kardeşimi bir kez daha anmış oldum. Ruhu şad olsun.

            Tarımı ihmal ederseniz ekonomiyi de düzeltemezsiniz çünkü çarkı döndüren üretimdir.

            Kalın sağlıcakla…