Camiye, kışlaya, okula siyasetin sokulmamasını kendine ilke edinen ve her fırsatta bunları söylemekten ve yönetim felsefesi olarak uygulamaktan asla vaz geçmeyen kişi merhum 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’dir. Demirel bugün yaşasaydı bir dördüncü unsuru; adliyeye de siyaset sokulmamasını öğütlerdi. Ne yazık ki, bugün bunlardan eser kalmamış görünüyor.

            Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal de aynı yönde düşünüyordu. Mustafa Kemal İttihat ve Terakki Cemiyetinin Selanik’teki birinci kongresinde yaptığı konuşmada da bu görüşleri dile getirmişti. Mustafa Kemal, konuşmasında hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal olacağın vurguluyor her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir diyordu. Mustafa Kemal devamla, kahhar bir istibdada karşı ihtilalin çare olmadığını, köhneleşmiş çürük idareye karşı milletin hakim kılınması gerektiğini söylüyordu. Mustafa Kemal bunun için bir de şart ortaya koymuştu; Ordu siyasetten uzak duracaktı. Burada işaret edilen millet egemenliğine dayalı yeni bir idare tarzı yani demokrasiydi. Evet! Meşrutiyetin ilanıyla bu kısmen sağlanmıştı ama demokrasinin ve millet egemenliğinin mutlak hale gelmesi ancak cumhuriyet ile olabilirdi. Demek ki; Mustafa Kemal daha o günden Cumhuriyet fikrini kafasına yerleştirmişti.

            Ne yazık ki; kendilerini Mustafa Kemal’in askerleriyiz diye tanımlayan bir kısım ordu mensubu, onun bu ideallerini ayaklar altına almaktan geri durmadılar. Dahası onun en büyük eserlerinden biri olan gazi meclisi birkaç kez kapatmaktan, baskı altına almaktan da çekinmediler. Onun, “ordu siyasetten uzak durmalıdır” şartını da kaç kez ayaklar altına aldılar. 

            27 Mayıs darbesi Atatürk’ün çizdiği yolu yok sayan bir takım cuntacının eseriydi ve tüm darbelerin önünü açtı. Ardından, 22 Şubat, 21 Mayıs hadiseleri geldi, 27 Mayısı yetersiz buldukları iddiasıyla darbeye kalkıştılar cezalarını buldular.          

            71’de yeni nesil istemezükçü yeniçeri ağaları yeniden çıktı piyasaya, neyse Tağmaç çıktı darbeyi, kan dökülmesini önledi, muhtırayla yumuşattı ama gene ordu siyasetin tam göbeğine oturdu. Faruk Gürler’i Cumhurbaşkanı seçtirmek için komutanlar locaları doldurdu, gazi meclisin üstünden jetler uçtu ama Demirel ve Ecevit aslanlar gibi direndi, Gürler’i seçtirmedi. Siyaset de yeniden normale döndü ama hainler boş durmadı. “Şartların oluşmasını bekledi”. Sonunda emellerine ulaştılar, 12 Eylül darbesini yaptılar ülkenin üstüne kara bulutlar yeniden çöktü. Birileri sevindi “bizim çocuklar başardı” denildi.

            15 Temmuz ise başlı başına bir felaket hain darbeciler kan döktüler. Ordumuzu içten ele geçirmeyi büyük ölçüde başardılar. Allah’tan milletimiz şerefle direndi, yüce meclisimiz tümüyle birlik oldu, siyaset kurumu el ele verdi de bela defedildi. Siyasi ayağına hala ulaşılamıyor ama hiçbir şey gizli kalmaz, yakında o da çıkar ortaya.

            Tüm bu yaşananlara bizzat şahit oldum. 27 Mayıs darbesinin mağduruyum. Sizler, sizin çocuklarınız hiç ilk okula tek başına başladı mı? Ben ilkokula tek başıma başladım, babam Yassıada’da, annem onu görebilme peşindeydi. Ben yalnız başıma gittim ilk kez okula, öksüz ve yetim gibi. Fareler içeride kuyrukları dışarıda dediler, alay ettiler, aşağıladılar, duymazdan geldik.

            Tüm bunlar yaşanırken başımızın tacı ordumuzla kendini bilmez cuntacıları, darbecileri ayrı tutmasını bildik. Hiçbir zaman yüce ordumuza laf söylemedik, söyletmedik. Öyle bedelle falan değil, gittik çakı gibi askerliğimizi yaptık, torpil de istemedik, dandik raporlarla hava değişimi de almadık. Lisede askerlik dersinde hiç kaytarmadık, hep takdir gördük. Kıbrıs’ta, sınır ötesinde destanlar yazdılar gurur duyduk, alkışladık. Çocukluğumuzda, bayramlarda, askeri resmi geçitleri en ön safta izledik selam durduk, fener alayları keza öyle askerlerin peşinden koştuk, alkışladık. Başlarına çuval geçirildiğinde bazıları gibi susmadık, isyan ettik.  Ordumuzu ve mensuplarını hep el üstünde tuttuk onlarla gurur duyduk, hep dost olduk. Kız verdik dünür olduk. Ancak darbeci 14’lerin ideoloğu olduğu partilerin de MBK’nın da, desteklediği partilerin de, Darbeci Kenan’ın MDP’sinin de darbelere alkış tutanların partilerinin de hep karşısında siyaset yaptık, öyle de devam edeceğiz.

Orduya da camiye de okula da siyaset sokmadık sokanın da karşısında hep karşısında olduk, olmaya da devam edeceğiz. Her kim olursa olsun ordumuza da kötü söz söyleyen karşısında bizi bulur. Efendim çaylak bir siyasetçi, bir milletvekili asla şerefli Türk ordusuyla yan yana gelmesi mümkün olamayacak bir ifadeyle yüce ordumuza laf söylemiş. Sonra çark etmiş, maksadının tahkir olmadığını söyleyip özür dilese de iş işten geçmiştir. Zırva tevil götürmez. Sayın Kılıçdaroğlu’na düşen ise, o çaylağı müdafaa etmek yerine, dili sürçmüş, maksadı aşmış, hata yapmış demek suretiyle onun adına milletten özür dilemekti.

Kılıçdaroğlu doğrusunu yapmamıştır, orası tamam. Ancak, Fetöyle ortak olup orduya sızmalarına göz yumanların, Ordunun haremi ismetine, kozmik odaya girilirken susanların, bu ülkenin şerefli bir genel kurmay başkanına kumpas kurulup, müebbet hapse mahkum edilirken hakim ve savcılığa soyunanların, şerefli Türk askerinin başına çuval geçirilirken ne yapalım diyenlerin bugün kalkıp Kılıçdaroğlu’nun hatalarından siyasi rant devşirmeye hakları yoktur.

Ordumuza laf söylemek kimsenin haddi değildir ama kimsenin de ordu üzerinden siyaset yapmak da hakkı değildir. Lütfen Kışlaya, Camiye, Okula ve de tabi adliyeye siyaset sokmayalım.

Kalın sağlıcakla…