Dünyayı kasıp kavuran, milyonlarca insanı pençeleri arasına alan koronavirüs/coronavirüs/covid-19/korona -artık hangisini kullanıyorsanız- hayatımızın vazgeçilmez bir parçası oldu. Hem de öyle bir parça ki buram buram hissetmediğimiz tek nokta tek yer yok.

Bu meretle uğraşmak başlı başına zor iken bir de yanına grip belası çıktı. Belirtileri o kadar benzer ki ayırt edebilmek için oturup ezber yapmak gerekiyor. Bu işin uzmanları da birer birer çıkıp açıklamalar yapıyor. “Ölümcül ikili" diyorlar grip ve korona için. Eğer bir kişi hem grip hem de koronavirüs hastası olursa ölüm riski 2 kat artıyormuş.

Havalar değişiyor.

Mevsim gribe gebe…

Bu dönemlerde hasta olmamak içinse kırk takla atmak gerekiyor. Maske, mesafe, hijyen anladık. Ya bütün bu dikkate rağmen grip olursak; grip olur da bunu koronavirüs sanırsak.

Sağlık Bakanlığı da sık sık tablolar yayımlayıp halkı uyarmaya, grip ve koronavirüs arasındaki farkları anlatmaya çabalıyor. Çünkü grip olan hastalar, koronavirüs şüphesiyle hastanelere yığılırsa; bunun önünü alamayacaklarını iyi biliyorlar ki haksız da sayılmazlar. Ayrımı iyi yapmak, kontrolü elden bırakmamak gerekiyor. Aksi halde öyle bir ikilemde kalmak zorundayız ki…

Grip mi yoksa korona mı?

Buradan itibaren topu koronavirüs şüphesi ele alıyor. Öyle bir psikolojik boyuta adım atıyoruz ki değme gitsin.

İçine bodoslama girdiğimiz bu pandemi dönemi bizi değiştirdi. Tamamen yeni tutum ve davranış biçimleri kazandık. Hem de bu tutum, davranışlardan birçoğu paranoyaklık seviyesinde. Hiç olmadık yerde, olmadık durumlarda bile kendimizi ve etrafımızdakileri frenler, kontrol eder hale geldik. Bu otokontrol, normal bir biçimde de seyretmiyor. At koşturan bir panik hali.

Henüz dün yapılan bir açıklamada Türkiye’de bulaş riskini en çok yükselten nedenin aile içi etkileşimler olduğu ortaya çıktı. Çoğunlukla dışarıda virüse ev sahipliği yaparak evlere taşıyan gençler, diğer aile bireylerine de zorunlu olarak bulaştırıyor. Sokaklarda, toplu taşımalarda, parklarda, meydanlarda dikkatli davranıyorsak evde de bir o kadar dikkatli davranmak durumunda kalıyoruz.

Tat alma duyum mu değişti? Koku mu almıyorum? Sırtım ağrıyor korona mıyım? Senin ateşin mi çıktı? Neden öksürüyorsun? Hasta olayım deme!

Bu paranoyak halimizle; yaşadığımız evden, hane halkından biri grip hastalığına yakalanır da belirtileri göstermeye başlarsa evde yaşanacak durumları tahmin etmek neredeyse imkânsız gibi geliyor.

Gerçi az çok gözümde canlandırabiliyorum. Korkarım ki o eve hâkim olacak tek şey, kargaşa.

Korku, üzüntü, umutsuzluk, bilinmezlik, aptal cesareti ve bir sürü korkunç duygunun harmanlanarak ortaya çıkardığı garip bir durum… 

Siz olsaydınız nasıl davranırdınız? Evinizden biri; eşiniz, çocuğunuz, anneniz, babanız, kardeşiniz… Grip olsaydı nasıl tepki verirdiniz? Mantıklı bireyler gibi doğrudan hastane yolu mu tutardınız?

Önceki yazımda vatandaşların, koronavirüse yakalanmaktan korktuğu için hastanelere gitmekten kendilerini alıkoyduğunu yazmıştım. Gerçekten de koronavirüs olursak tedavi edileceğimiz hastanelerden bile korkar olduk.

Hastaneye gitmediniz diyelim…

Aranıza mesafe bırakır, hasta olan kişiyi izole edip hastalığın seyrini mi takip ederdiniz? Edin de görelim.

Virüsün yayılma kapasitesiyle alakalı yeni bir kılavuz yayımlandı. Buna göre kapalı mekânlarda 2 metre mesafe bırakmak yeterli değilmiş. Virüs hava yoluyla da yayılabildiği için 2 metreden uzaktaki kişilere de ulaşabiliyor anlayacağınız. Farklı banyo, tuvalet, yaşam sahası, yani epeyce alan gerekiyor o evde. Hadi gel de bunu bizim memleketin inşaat sektörüne anlat.

Kim kendini izole edebilecekmiş?

Yok öyle dava.