30 Ekim Cuma günü saat 14.51'de merkez üssü Seferihisar olan bir deprem yaşadık. 6.6 şiddetindeki deprem yanıbaşımızdaki İzmir'de yıkımlara neden olurken, tüm Türkiye'yi de derinden sarstı. Bizler Manisa'da sarsıntıyı öyle bir hissettik ki, merkez üssü Seferihisar ve İzmir'de yaşanan sarsıntıyı ve hissettirdiklerini düşünemiyorum. Giden canlara üzülürken, enkaz altından kurtarılanlara sevinerek yoğun bir duygu karmaşası içerisinde geçen günleri yaşıyoruz.

6.6 şiddetinde olan bir depremi burnumuz kanamadan atlatmak varken, bizler yıkılan binalardan, ağır hasar görmüş yapılardan ve enkaz altında kalanları kurtarma çalışmalarından bahsediyoruz. Ne kadar acı. Geriye baktığımızda 1999 Gölcük depreminden bu güne hiçbir şey değişmemiş. Hâlâ insan hayatının değeri yok maalesef. Deprem ülkesi olduğumuzu bile bile bu aymazlık, bu vicdansızlık, bu zihniyet değişmedikçe çok canlarımız gider, enkaz altında hepimiz kalmış gibi hissedeceğimiz çok günler yaşarız.

Köfteciden müteahhit olursa, spor salonu yapacağım diye kolonlar yıkılırsa, bostan tarlalarına binalar dikilirse biz son günlerde acıyla yaşadığımız günleri daha çok görür ve yaşarız. 'Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür' sözü dilimizden düşmese de, bir icraat olmadıktan sonra her deprem sonrası söyler söyler dururuz. Yanyana iki bloktan biri sağlam ayakta kalıyor, diğeri kartondan yapılmışcasına yıkılıyorsa bu 6.6 şiddetli depremden değil zırcahillerin, vicdansızların, gözünü para hırsı bürümüş insancıkların elleriyle olan bir yıkımdır. Burada tek suçsuz, o enkaz altında yitip giden canlardır.

İnanın akıl tutulması yaşıyorum; Deprem sonrasında sosyal medyadan yapılan çirkin paylaşımları, sanki hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam eden eğlencelerinden ödün vermeyen insanları gördükçe. Ama sonrasında bu bir avuç insanı ezen yardımsever gönüllü topluluğunu görünce işte bu diyorum insan olmak, acıyı hissetmek ve paylaşmak, yaraları birazcık da olsa sarmak, bizi insan yapan işte bunlar diyorum. Bizim özümüz üzülenle üzülmek, ağlayanla ağlamak, yüreğimizde hissetmek acıyı da sevinci de. Çünkü hissettiğimiz kadar insanızdır.

Her seferinde, 'Önlemler alınacak, elimizi taşın altına koyacağız, sorumlular cezalandırılacak' cümlelerini duymaktan millet olarak biz yorulduk. Kentsel dönüşümler lafta kalmadıkça, hayata geçirilmesi gereken imar planlarında bir ilerleme sağlanmadıkça, her önüne gelenin müteahhit olup 3 ayda bina yapmasına izin verildikçe, kontrol mekanizması olan kişiler görevlerini suistimal edip yerine getirmedikçe, biz her gün deprem korkusunu yaşamaya devam eder, daha birçok kez 6.6 şiddetindeki bir depremde enkaz altından çıkarılacak bir canı umutla bekleriz.

İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı. Ama maalesef bizim ülkemizde durum böyle. Bilgililerin yetkisiz, yetkililerin bilgisiz olduğu günümüzde ilgili makamlara çok çok büyük görevler düşüyor. İzin verenler, denetleyenler yapılması gerekenleri yapıp işi sıkı tutacak. Binaları yapanlar da işinin ehli olacak. Zemininden malzemesine işini tam yapanlar olduğu takdirde 6.6 değil, 9 şiddetinde bir depremde bile son depremde yaşadığımız görüntüleri görmeyiz, inanıyorum. Aslında önlem çok basit. Doğru zemin etüdüyle uygun yere binayı yapacak, malzemeden çalmayacaksın. Bilmem daha başka basit şekilde nasıl anlatılır?

Kolay unutulmayacak, yaraları uzun bir süre sarılmayacak günlerden geçiyoruz. Rabbimizin verdiği sabırla acılarımıza tutunarak ne kadar ömrümüz varsa yaşayıp gideceğiz bir şekilde. Çünkü, hayat herşeye rağmen devam ediyor. Allah bir daha yaşatmasın. Ama maalesef deprem ülkesiyiz. Tek dileğim, böyle bir deprem yaşasak da kimsenin burnu dahi kanamadan atlatalım. Bunu yürekten istiyorum ve bir hayal olarak kalmaması için dualar ediyorum.

Depremde hayatını kaybedenlere Allah'tan rahmet, geride kalanlara sabırlar, yaralılarımızı da acil şifalar diliyorum. Nefes almaya devam ettiğimiz müddetçe yüreğimizi ferahlatan, eğer gözyaşı dökeceksek de sevinç gözyaşları döktüğümüz günleri yaşamak dileğiyle sevgiyle, güvende kalın.