Mevzuya

 kent temizliği, kent estetiğinden girelim.

Yeşil

 alan bakımında, masa sandalye istilası ve yağmacılık.

Can dostlarımız

 dediğimiz kedi köpekten geçilmeyen sokaklar, Çocuklarımızın yuvarlandığı koşturup oynadığı yeşil alanlardaki mikrop yuvası, pislikler, kokular,

Her köşe

 başında içi yosun tutmuş su kapları,

Yiyecek,

 mama kaplarının etrafındaki kaldırım taşlarına sinmiş yağlar, ve üzerlerinde, belediyeye ilaçlama yapılmıyor yapılsa da her yer sinek kaynıyor diyerek şikayet ettiğimiz sinek üreten kuluçkalıklar,

Sabah

 “Bismillah” deyip dükkan temizliği ile başlayanların; kaldırıma, insaflıların cadde bordür dibine süpürgemsi fırça ile bazılarının çıraklar vasıtasıyla iadeli taahhütlü gönderdiği çer çöp, toz, izmarit, olmazsa olmazı yola çatlak kırık tabure, kaldırıma boyaları

 dökülmüş üç ayaklı tanıtım, reklam levhası,

Sekizinci

 kattan merdiven boşluğundan gelen açık apartman kapısından sel baskını görünümlü şarlayan su. Üstünden atlasan dere olmuş, cadde ortasından geçsen trafik, topuklarının ucunda tay tay yürü. Suya zammış?

Dere

 yatağına ev, imar affı ile hak san, Haziran’da sel, hak ile yeksan.

Daha

 neler neler, ne nicelikler, ne incelmiş kalınlıklar.

Yasak.

Ceza.

Zam.

Alerji

 yaratan uygulamalar. Yasaksa üstüne gideriz. Cezaysa, yapacağımızı yaparız, cezayı yememek için taklalar atarız. Zamsa en çok onları tüketir israf da ederiz. En çok gündem olan: Akaryakıt, ekmek, su.

Daha

 bir çok olay var da konumuz bunları yazıp sıralamak değil. Konumuz imar planı:

İmar

 planı, uygulama, mevzi imar planları, günlük çözümler. Tüm bunlar 30 yıldır olmuş bitmiş, hayıflanma, bilhassa otopark, vah vah deme zamanı da geçmiş. Herkes tapusunu cebine koymuş. Gecekonduda oturan da, imar konduda oturan da. Kim koydurmuş? Kim tapu bilgilerini

 doldurmuş? Kimler tapularını deldirmemiş? Geriye dönmenin hiç bir anlamı yok.

Ülkemizde

 bu işler yazılsa roman olur.

Geleceğimiz

 için çalışıyoruz! “Herşey geleceğimiz için” deriz. Herşeyden kasıt ne?

Bir ikinci

 düstur, ‘Eğitim şart.’ Güler misin, ağlar mısın?

Bunlar

 gibi şeyler söyleyip hayatımız boyunca uyguluyor muyuz?

Bizleri

 yönetenlerin böyle bir kaygısı var mı?

Biz lafta

 kalınca onlarda salataya doğruyorlar.

Çocuk

 ve torunlarımızın önlerinde uzun yıllar var, gelecekten kasıt bunların hayatları. Günü kurtarma dönemi çoktan geçti. Medeni ülkeler şimdi geleceğe yatırım yapıyor. Yeni meslekler türüyor, bazı meslekler tarih oluyor.

Benim

 dönüp dolaşıp takıldığım nokta bu, her işimizde 'Günü kurtarmak.'

Diktiğimiz

 bir ağacı ne kadar sularsak sulayalım yaşı dolmayınca meyve vermez. Her şeyde olduğu gibi sabır gerekir.

Size

 çınar ile kabağın hikayesini anlatayım. Bu tasavvufi bir hikayedir aynı zamanda, maneviyatta kemale ermek, olgunlaşmak, pişmek için çok çalışmaya ve zamana ihtiyaç olduğunun hikayesidir.

Yaşlı

 bir çınar asırların verdiği tecrübe ile tevazu vadisinde tek başına yaşarmış. Bir gün dibinde bir kabak bitmiş. Çabucak büyümüş. Dallarına sarmaş dolaş bir halde ta tepesine kadar çıkmış çınarın. Çınar mütevazı kişiliğinden ödün vermeden koruyup kollar onu.

 Kabak densizin biridir, şımarıktır da. Kemale erdiğini, keramet ehli olduğunu zannettiği bir günde:

Çınara

 ”Görüyor musun ben kimim? Devlet ve ikbalim var. Şansımın da yaver gitmesiyle çabucak büyüdüm ve hatta sana hâkim duruma geçtim” der. Çınar onun bu küstahlığına sabreder, bilge yaşantısı, asırlık tecrübe ve tevazu ile kabağın bir mevsimlik saltanatına “Sonbaharda

 halini görürsün”, demekle yetinir.

Bizim

 yaptıklarımız kabak gibi büyümek, oysa çınar gibi asırlara meydan okuyacak şekilde büyümek gelişmek gerekir.

İmar

 planı sadece kağıda çizilen; yolların, inşaat adalarının, ticari bölgelerin, parkların, sosyal alan ve mekanların belirlendiği, nüfus artışının kehaneti yapılan, bir plan değildir. Geleceğimizin planlandığı, bizden sonraki kuşaklara miras bırakılacağı, mutlu,

 huzurlu, kendisiyle, kentlisiyle barışık, kavgadan uzak, gelecek endişesi taşımaktan ırak, çağdaş eğitim, sanat, uluslararası sporda başarılı grafikler çizen gençler, yatırım, yaptırım cesareti yüksek, endişeden uzak, tüm bunların sonunda seveceğimiz, sevineceğimiz,

 övüneceğimiz, gurur duyacağımız, göç etmeyeceğimiz, terketmeyeceğimiz, bir kent planlamaktır.

Kuyrukta

 öne geçme açık gözlülüğü, trafikte çift sıra park edip yükleme yapmak, muhabbet etmek saygısızlığı, yayaya önceliğin bir görgü ve saygı kuralı olmasına rağmen caddelerin ortasına bunları yazmak, (geri kalmışlığın ilanı) kırmızı ışıkta geçme sabırsızlığı, bilhassa

 yayaların pervasızlığı, engelli rampalarının önüne park etme vurdum duymazlığının yanında, uyanık, açıkgöz, cin fikir ve birbirimize saygısızca davranışlardan uzak, arabamızda kavga için sakladığımız koltuğumuzun altında ki sopa veya levyeden kurtulduğumuzda

 imar planının kıymetini, değerini, bizleri eğittiğinin farkına varacağız.

Son zamanlarda

 toplu ulaşımda şahit olduklarım ayrı bir hikaye.

Neyyyse.

İmar

 planları bugüne kadar yapılmamışsa kendimiz ve kentimiz ile barışık olmadığımızın tezahürüdür. Asabi, kavgacı, asık surat, geçim sıkıntısı, gaz sıkıştı, sel bastı, çevre ve nehirlerimiz kirlendi (Gediz), göllerimiz kurudu, termal enerji kaynağı ve sanayileşme

 adına tarım arazilerinin heba edildiği acımasızca yapılaştırıldığı, abartıyorum gibi gelebilir ama, tüm bunların müsebbibi imar planlarıdır.

Zaman

 var, aklımız başımızda, kavgasız, kaygısız, bireysel değil toplumsal menfaatleri göz önüne alarak; mutluluk, huzur, sağlığımız, saygınlığımız, imar planı değil yaşam planımız ve geleceğimiz için, üç defa.

Yaşam

 planı. Yaşam planı. İlla ki yaşam planlaması.

Diyerek

 haykıralım ki; şu vurdum duymazlıktan, adam sendecilikten, aymazlıktan, silkelenip kurtulalım.