Koronavirüs sadece ekonomiye, hizmet sektörüne, özel sektöre, işçiye, işverene değil eğitime de büyük bir darbe oldu. Hatta öyle bir darbe ki elimiz ayağımız birbirine dolandı. Ne yapacağımızı şaşırdık.

Bakanlığın ya da hükümetin koronavirüs gölgesinde aldığı tedbirler, uzaktan eğitim hamleleri, öğretmen-öğrenci politikalarından bahsederek söz dalaşı çıkarmaya çalışmıyorum. Öğrencilerin kendilerinden de bahsetmiyorum. Ailelerden bahsediyorum, ebeveynlerden...

*

Milli Eğitim Bakanlığı'nın aldığı karara göre, 21 Eylülden itibaren eğitim ve öğretim sınıflarda görülmeye başlanacak. Veliler de haklı olarak muallakta kaldı.

Okullar güvenli mi? Ya korona bulaşırsa? Eğitimi evimde de veririm! Göndersek mi göndermesek mi? Ne yapmalı?”

Bu sıralar oldukça yakından takip etme fırsatı buldum. Birçok pedagog, rehberlikçi, eğitimci, okul öncesi öğretmenleri; çocukların yüz yüze eğitime ihtiyaç duyduklarını, küçük yaşlarda verilen eğitimden daha değerli bir şeyin olmadığını, pandeminin daha ne kadar süreceğini bilmediğimizi ve buna adapte olmamız gerektiğini vurguluyorlar… Ancak doğal olarak birçok veli, çocuklarını bu pandemi ortamında okullara göndermek istemiyor.

*

Uzaktan eğitim ve yüz yüze eğitimin kendilerine göre avantajları, dezavantajları olabilir. Belki ikisini de saymakla bitiremeyiz ancak benim kafamı kurcalayan bir nokta var.

YA HİÇ TEDAVİ BULAMAZSAK?

Son zamanlarda koronavirüs vaka sayıları artmaya başladı. Sadece Türkiye'de değil tüm dünyada durum böyle. Başladığından bu yana ‘dünya çapında’ net bir düşüş görebilmiş de değiliz. Tedavi yöntemleri dünyanın dört bir yanında üretilmeye çalışılıyor lakin süreç tam bir yılan hikâyesine dönmüş durumda. Ruslar şu tarihi verdi, Almanlar deney yapıyor, İngilizler başarılı oldu, Zimbabweliler icat etti! gibi bir ton bilgi kirliliği ortada dolanıp duruyor.

Yani işimiz oldukça güç. Belki de tüm dünya olarak yenemediğimiz ama birlikte yaşamaya adapte olduğumuz birçok şey gibi bu pandemiye de uyum sağlamalı ve onunla yaşamayı öğrenmeliyiz. Türkiye’de, “Kontrollü Sosyal Hayat” bağlamında biraz olsun bu sağlanmaya çalışıldı ama merkezden çevreyi değiştirmek her zaman çok zordur ancak ve ancak toplumsal adımlar atarak belki bir nebze uyum sağlayabilir, kendi rotamızı çizebiliriz. Yani sorumluluk bizde!

*

Uzaktan eğitim, her ne kadar teknoloji yakınlaştırıyor gibi görünüyor olsa da öğretmen ve öğrencinin birbirinden uzak olduğu bir öğrenim modeli. Bu uzaklık da ister istemez öğretmen otoritesinin zayıflamasına, güç kaybetmesine neden oluyor. -ki bana kalırsa bu otorite kaybı, uzaktan eğitimin en büyük dezavantajı-  Evdeki küçük çocuk kabuğundan sıyrılıp yürümeye başlayamıyor. Evde, güvenli ortamında, ailesinin kanatlarının altında kaldıkça bu güvenli ortamdan çıkarak bambaşka bir dünyayla tanışması, gerçek dünyanın gerçek yüzünü görmesi ve bu yüze hazırlık hale gelmesi geciktikçe gecikiyor.

Uzun lafın kısası; belki çok kısa zamanda çaresi bulunacak, belki de hiç bulunmayacak. Kendimizi, sevdiklerimizi, ailemizi, çocuklarımızı her sonuca hazırlamak zorundayız. Gerekiyorsa gücüne rağmen bu salgınla aynı yerde yaşamayı öğrenmeliyiz.