Cemal Enginyurt’u tanımam ama zaman zaman yaptığı çıkışlarla dikkatimi çeker. Söylediklerinin birçoğuna katılmam ama söyleyebilmiş olmasını takdir ederim. Konuşmayı çok sever, çok konuşanın çok hata yapabileceği yönündeki sözü de doğrular adeta. Fazla konuşması belki de medyatik olma hevesindendir. Ancak tabi bu tür hevesler, demokratikliği bir türlü içselleştirememiş, otoriter partilerde pek istenmez. Tanrı dağı eteklerindeki uluması ise tam bir medyatik gösteriydi. Tarım bakanıyla ilgili konuşması ise, Bahçeliye göre çizmeyi aşan bir konuşma olmuştur. Bana göre ise bugüne kadar susmuş olması hatadır.

Cemal Enginyurt MHP Gurup Başkanvekili Erkan Akçay’ın imzasıyla ihraç istemli olarak yüksek disiplin kuruluna sevk edilmiştir. Vurun Cemal’e! Suçu, ortağı bile olmadığı seçilmişlerden değil atanmışlardan oluşan kabinenin bir üyesi hakkındaki düşüncelerini dile getirmiş olmasıdır. Bu suç mudur? Elbette değildir. Eğer Enginyurt ihraç edilecektiyse, Niğde Milletvekili Sadi Somuncuoğlu’na fiziki müdahalede bulunduğunda edilmeliydi şimdi değil.

Bırakınız görevi yürütmeyi denetlemek olan bir TBMM üyesini, her yurttaşın yürütmeyi eleştirmek anayasal hakkıdır. Biz böyle gördük, yeri geldi liderimizi bile eleştirdik. Merhum Süleyman Demirel eleştiriye çok değer verir, eleştiri kapısı olmazsa hatalarımızı göremeyiz derdi. Parti içi demokrasiyi eksiksiz uygular, her parti üyesinin, kendisi dahil partinin her organını, bakanlarını eleştirme hakkına sahip olduğunu söylerdi. Daha geriye gidersek Demokrat Parti’nin il kongreleri en az iki gün, büyük kongreler ise 4-5 gün sürer kürsüye çıkan delegeler, idarecileri acımasızca eleştirir, bakanlardan hesap sorarlardı. Bütün söz alanlar konuştuktan sonra cevap vermek üzere ilgilisine ve genel başkana söz verilirdi. Gurupta bakanlar hakkında gensoru müzakereleri açılabilir, icraatından memnun olunmayan bakan güvensizlik oyuyla istifaya zorlanırdı.

Bir keresinde DP gurubu istim üzerindeydi, bakanlar gurupta lime lime ediliyorlardı. Müzakereler uzadıkça 5-6 bakanın kellesi isteneceği belli olmuştu. Menderes ne yapacağını kestiremiyordu. Güven oylamasına gitse en yakın çalışma arkadaşlarını aslanlara yem etmiş olacaktı, gitmese gurubun öfkesi dinmeyecek ve belki daha büyük sorunlara yol açacaktı. Zonguldak milletvekili Sebati Ataman kürsüye yanaştı ve Menderes’e “güven oyunu kendiniz için isteyin” dedi. Bunun üzerine Menderes “bu kadar çok bakanı başarısız bulunan hükümetin başı olarak bunun sorumluluğunu ben üzerime alıyorum ve kendim için güven oyu istiyorum” dedi ve tabi kimse Menderes’e güvensizlik oyu vermeyi aklından bile geçirmiyordu. Bu benim babamdan öğrendiğim ilk parti içi demokrasi dersiydi.

İkinci dersi ise 1980 öncesinde AP’de aldım. O dönemde başkanlık divanı genel başkanın atamasıyla olmaz temsilciler meclisinde seçilirdi. Temsilciler meclisi 30 GİK üyesi, TBMM guruplarından seçilen 30 kadar milletvekili ve senatörler, seçilmiş olmak kaydıyla Kadın ve Gençlik Kolları genel başkanlarıyla, 67 il başkanından oluşurdu. Sabah oturumunda genel başkan yardımcıları seçildi. Demirel Basından sorumlu Genel Başkan Yardımcılığına meslekten gelen Barlas Küntay’ı düşünüyordu. O güne kadar bu görevi yürüten Nuri Bayar ise başka bir görev düşünmediğini beyan ederek aday olmadı. Öğlen Anadolu Kulüpte yemek yendi, yemek sonrası il başkanları ve bazı üyeler Ziraat Odaları Birliğinde toplandılar. Biz de oradaydık ve görüşmelere tanık olduk. İl başkanları Nuri Bayar’a sahip çıkarak genel sekreterliğe aday gösterme kararı aldılar. Hiçbiri Demirel ne der diye korkmuyordu. Çünkü onlar masa başında belirlenen delegelerle veya icazetle başkan olmamışlar, çatır çatır mücadele ederek sandıktan çıkmışlardı. Salona gelindi, Demirel Genel Muhasipliğe Önol Şakar’ı, Genel Sekreterliğe de Nahit Menteşe’yi aday gösterdi. Arka sıralardan bir il başkanı kalkarak il Nuri Bayar’ı aday gösterdi. Sandık kuruldu ve merhum Nuri Bayar farklı kazandı. Demirel hiç kızmadı, kabullendi Bayar’la omuz omuza çalıştılar. Demirel için parti içi demokrasi çok önemliydi. Köy ve mahalle delegeleri mahallinde ve seçimle, milletvekili adayları da önseçimlerle belirlenirdi. Kendisine karşı genel başkan adayı olanları tasfiye etmek yerine onlardan faydalanmayı tercih etmiştir. Dr. Sadettin Bilgiç’i Teşkilat Başkanı, Tekin Arıburun’u Senato Başkanı, Prof. Orhan Oğuz’u Milli Eğitim Bakanı, Kamran İnan’ı enerji bakanı yapmıştır.

Gelelim Enginyurt’un söylediklerine. Sakarya’dan Rize’ye kadar fındık önemli bir üründür. Dünya fındık üretiminin %70’ini Türkiye’dedir. Son 20, 25 yılda Bulgaristan ve Gürcistan kıyılarında da Fındık üretimine başlanmıştır ama Ordu, Giresun, Akçakoca ürününün yerini tutmaz. Türkiye’nin bu kadar yüksek miktardaki üretimiyle dünya piyasasına hakim olması ve fiyat belirlemesi gerekirdi. Oysa ne yazık ki fiyatı Hamburg’daki kuru yemiş borsası belirlemektedir. Büyük alıcıların çoğu çikolata endüstrisidir. Türkiye fiyat artışı yaptıkça bunlar da hemen, badem ve Antep fıstığı kozunu öne sürerler. Bakın burası çok önemli, badem ve Antep fiyatlarının son yıllarda ne kadar arttığı malum öyleyse alıcıların elinde böyle bir koz yoktur. Yani üreticiyi tatmin edecek bir fiyat için piyasa son derece müsaittir. Halbuki Sayın bakan bu fiyatı açıklamak yerine rekolte açıklıyor. Sahadan ve bu işten anlayanlardan aldığım bilgilere göre bakanın açıkladığı rekolte olması gerekenden bir hayli fazla. Bu da şu demektir; rekoltenin yüksek gösterilmesi düşük fiyata zemin hazırlamak, tüccara çanak tutmaktır. İşte Sayın Enginyurt bunlara isyan ediyor. Aslında sadece Enginyurt’un değil bölgedeki iktidar veya muhalefet tüm milletvekillerinin bu yanlışları sorgulamak görevleridir. Sorgulamıyorlarsa seçmenlerine karşı sorumluluklarını yerine getirmiyorlar demektir.

Bakan fiyat açıklamaktan da kaçınıyor, Cumhurbaşkanı açıklayacak diyor. Biliyor ki; Karadenizli Cumhurbaşkanına kimse ses çıkaramayacaktır. Aslında fiyat belirleme TMO’nun değil Fiskobirlik’in uhdesinde olmalıydı. O zaman bu tartışma da yaşanmayacaktı. AKP iktidarında ne yazık ki özerk Birlikler devre dışı bırakıldı, varlıkları eritildi, yapayalnız bırakıldı, adeta batırılmak istendi. Sadece Fiskobirlik değil TARİŞ dahil tüm birlikler bu durumda.

TARİŞ’te görev yaptığımda, piyasa açılışında bakanlarımıza açıklama yapmak isteyip istemediklerini sorardık. Aldığımız cevap, “üreten de sizsiniz, fiyatı belirleyen de kar da sizin zarar da” derler inisiyatifi bize bırakırlardı. Biz de üreticinin huzurunda açıklamayı tercih ederdik. Hele İncir fiyatlarını ilan ettiğimiz Tire Başköy’deki heyecanı hiç unutamam. Omuzlara bile alınmıştım ama hem üreticiyi memnun ettik hem de İncir Birliğini kara geçirdik. Üstelik ülkeye de milyonlarca dolar kazandırdık. Ne zaman Birlikler devre dışı bırakıldı, işte o zaman hem üretici hem ülke kaybetti. TMO hububat, bakliyat konusunda uzman bir kuruluştur ama ne üzümden, incirden, ne de fındıktan anlamaz. Kim bu aklı verdiyse bilin ki kandırıyorlar. Kanmayalım, kandırmayalım, üreticiye sahip çıkalım.

Kalın sağlıcakla…