e-devlet şifresi almak için sabah erkenden kuyruğa girenlerin merakı soyunu sopunu nereden geldiğini öğrenmekti. Dedemin dedesi ninesi, taa Osmanlıya kadarını öğrenme merakıydı. Ama 1935-45’e kadar görebildiler. Onlarda nereden göçüp geldilerse o tarih, ondan öncesini Allah bilir deyip buruklaştılar, sanki ondan öncesini bilemekle, dedesinin dedesi yeni ölmüş gibi üzüldüler. Bugüne kadar merak eden en yakın tarihteki dedesine sormamış e-devlet’e geçmişini soracak.

Soy ağacı yapmak isteyenlerin ağacı büyüyemeden fidan kalıyordu. Üç dal beş yaprak, sonbahar gelmeden o yapraklarda dökülüyordu.

Ticari geçmişimiz ha keza 50’den bu yana alıp satmayı, tarlada bahçede ürettiğimizi çarşıda pazarda satmaya başlayarak öğrendik. Atatürk’ün kurduğu fabrikalar devletindi yani akıllı uslu fabrikatörümüz yoktu. 1960-70 yılı şirketlerinin çok azı bir elin parmakları kadarı günümüze ulaşmış çoğu batmıştı.

Soyumuz gibi onunda kısa bir zamanda sonu gelmiş onda da kalıcı, torunlara miras, bacası tüten bir tesis bırakılamamıştı.

En iyi bildiğimiz şey yıkmaktı. Dededen miras evleri yıkıp yenilerini yaptık. Dedemizin dolabı masası hurdaya gitti hurdaya atarken bahanemiz eski kokuşmuş eşyalar idi. Babannenin ceyizi bakır tepsisi kalaysız tenceresi aluminyum tencerelere kurban edildi. Kültürel, sanatsal ne kadar değerimiz varsa kapı önünden geçen hurdacılara verildi.

Eskiye dair ne varsa yok olup gitti. Bir ev bir ev daha derken eski sokak görüntülerimiz, dokularımız yeni ruhsuz binalarla yenilendi. Mahallelerin adları değiştirildi. Sokaklara numaralar verildi. Kendi yıktıklarımız yetmezmiş gibi resmi kurum binalarının yıkılmasına çanak tuttuk. Okullarımız, sinemalarımız, kahvehanelerimiz, evlerimiz, konaklar, daha niceleri.

Kupkuru, dipsiz, köksüz, anlamsız, ruhsuz, hatırasız, yaşanmışlarımızdan habersiz, çocuklara bırakılacak, torunlarımıza anlatılacak, birşeyimiz kalmadı. Dedelerimizi ninelerimizi hatta baba ve annelerimizi anacağımız görünce yad edeceğimiz bir şeyler olmadığı için sözleri kaldı annem şöyle derdi babam böyle derdi dedem anlatırdı. Dinleyenler sallamaya başladı yine diyorlarsa haklılar herşeyimiz lafta kaldı, yani  laf-ü güzaf.

Netice; kimliğimiz yok oluyor, şehrin hafızaları siliniyor, eskiye dair; sokağımıza mahallemize komşumuza ağaçlarımıza kadar şimdi bildiklerimiz 10-20 sene sonra hiç anlatılamayacak, laftan ibaret olan eskilerimizi anlatanda olmayacak. Kimliksiz bir şehir, beton duvarlardan bir sokak, sanatsız, anlamsız, kişiliksiz yapılar. Boş hayatlar, bir tek amacı dünyalık olan köksüz yaşamlar.

Sallanırken salıncak da heyecanım savrulurdu

Annemin sesi “sıkı tutun” kulaklarımda dururdu.

Ihlamur ağacının kalın gövdesinden çıkan dalda

Gıcırdardı salıncak babamın sardığı urgan sesiyle havada

Güneş ıhlamur yapraklarının arasından gözümü alırken

Baharın rengine değiyordum Eski Nisanlarda sallanırken

“Bu yıl bahar erken geldi” diyorlardı büyüklerim

Oysa ben zaten baharımdaydım küçücüktü ellerim

Tutmak isterken kelebekleri, yolarken çiçekleri

Cıvıldaşırdı daha yeni yapraklanmış ağaçlarda kuş sesleri

Büyüklerimin bahar dediği buymuş meğer

Renklenirdi toprak, güneş, hava, her yer.

İkinci baharımda benim de renklendi saçım sakalım

Eskiyen Nisan değil bendim eskilere takılı aklım

Dedem geldi gözlerimin önüne yan yana otururken ki

Bastonu bir elinde diğerinde elim nereye gidiyorduk ki

Oturmuştuk yıkık bir kerpiç duvarın üstüne “ohhh” diyerek

Dizlerini tuttu bastonunu yanı başına koyarken seslenerek

“Manav Hüsen bir ayva ver çocuğa buyur parasını”

Hep gelirdik buraya severdim çürük ayvanın karasını

Parmaklarken ayvayı dedem dalardı seyre sokağı

Seyredecek bir şey yoktu aslında gözler arardı uzağı

Yine aynı sokak şimdi cadde olmuş yan yana apartmanlar yığılmış

Manav Hüsen, dedem, her yer, kobalak ağaçlar, evler, tarih olmuş.

Allah Allah her şey dün gibi aslında, ayvanın kokusu tadı

Ben de eskiyorum herhalde arıyorum yıkık kerpiç duvarı

Dedemin bastonu gibi bastonum yok daha, ancak ayaklarım ağrıdı

Son bir kaç yapımız kaldı onlarda 100-200 senelik dahi değiller. Benim yaşımdakiler bile “Tarihi, koruma altına alınmış az kalmış eserlerimizi, kentin hafızası yapıları “Yıkalım bu harabeyi” diyenler var.

Yıkın efendiler beyler, yıkın.

Tarihsiz kimliksiz don gömlek kalacağımız günler çok yakın.