Çocukluğum, gençliğimin ilk yılları Bornova’da geçti. Alirıza Çevik ilkokulunun son sınıfındayken öğretmenimiz merhum Nimet Özyürek sınıftan ilgi duyan üç, beş arkadaşımızı dersten sonra alıkoyar, nereden temin ettiğini bilmediğimiz test kitaplarından kopya kağıdıyla üşenmeden daktilo ettiği soruları bize dağıtır, çözdürür, sınava hazırlardı. Dershane nedir bilmezdik, test kitabını hiç görmedik. Emekleri boşa çıkmadı, ben ve Kemal Bilgin adındaki arkadaşımla Bornova’daki İzmir Kolejini kazandık. Ertesi yıl merhum Mehmet Erkal ve Selim Gediz arkadaşlarımız da bizim açtığımız yoldan yürüdüler. Bizden önce de Muammer Tamer vardı. Bugün Bornova Anadolu Lisesi adını taşıyan okulumuz o yıllarda İzmir ve Ege taşrasının en güzide okuluydu.

            Bornova İzmir’in kasabasıydı ayrı belediyesi vardı. Manisa yolundaki Topçu Tugayı ve tarihi binalarda faaliyet gösteren Ege Üniversitesinden başka da kamusal binaları yoktu. Levantenlerin geniş bahçeli konakları, çiftlikleri kasabanın en görkemli binalarıydı. Ahalisi çoğunluğu çiftçilik ve esnaflıkla uğraşan Bornova’nın yerlileri, mübadil aileleri ve az sayıda memur, öğretmen ile yeni gelişmekte olan Ege üniversitesinin hocalarıydı. Manisa’dan gelirken Bornova İstasyonunda iner 2 km yolu yürür okula öyle varırdık. Hafta sonları Manisa’ya, dönerken de yağmur çamur demeden o yolu yürürdük. Ziraat fakültesinden sonra sağımız solumuz tarlaydı, sol tarafın ziraat fakültesinin olduğu söylenirdi. Okulumuzun bulunduğu alan da İzmir’in tanınmış Levantenlerinden, Koç ailesinin gelini Carolin Koç’un dedesi, Edmond Giraud’un köşkünün bulunduğu alandı. Halen o köşk BAL eğitim vakfı merkezidir. Okulumuza ait en az 70-80 dönüm tarla ve zeytinlik vardı. Tarım dersinde toprağı beller, zeytin toplar yağı mutfağımızda kullanılırdı. Sağ tarafımız ise Giraud’nun kendine ayırdığı arazileri ve mütevazı çiftlik eviydi. Okulumuzun arka tarafı ise Işıklar köyüne (Işıkkent) kadar tarla, bostan ve meyve bahçeleriydi. Çocukluk hali az dalmamışızdır erik bahçelerine.

            Bornova’dan İzmir’e doğru giderken bugün Ege Üniversitesi hastanesinin bulunduğu yerden itibaren sağ taraf tamamen zeytinlik ve tarım arazisiydi. Ünlü Bornova alaca bamyası da bu arazilerde yetişirdi. Eski ağaçlı yolun solu ise küçük sanayi, un, makarna fabrikaları, ambalaj fabrikası ve YSE, DSİ, TCK gibi bazı kamu kurumlarının yerleşkeleri mevcuttu. Çınarlı İzmir’in giriş kapısıydı adeta. Karşıyaka’dan gelen eski yol da orada birleşirdi. Karşıyaka yolu da boştu birkaç depo ve salhane vardı. Salhanenin Bornova tarafı tamamen boş zeytinlik ve tarım arazisiydi. Bu yolda tek yerleşim Bayraklıydı, Karşıyaka’nın mahallesiydi. Bütün metropol Buca, Bornova, Balçova gibi kasabalar hariç tek bir İzmir belediyesine bağlıydı. Salhaneden Bornova’ya kadar olan Meles deltasının alüvyonlarıyla beslediği bereketli tarım arazileri maalesef ranta kurban edilen ve bugüne kadar yüzün üstünde can kaybının yaşandığı, 17 binanın enkaza dönüştüğü mahallelerdir.

Şimdi herkes sorumlu arıyor, kimdir sorumluları diye soruyor. Son günlerde TV’lerde yeni lafazanları türedi, TV, TV gezip ha bire laf üretiyorlar. Çoğunun ne söylediğini kimse anlamıyor zaten. Bir de papyonlu zat türedi yeni. Yok efendim 1950’den sonra DP iktidarı özgürlük adına insanlara gelişigüzel ev yapma imkanı tanımış! Külliyen yanlış, öyle papyon takmakla entelektüel olunmuyor. Entelektüel olmak için önce ideolojik, siyasi gözlüğünü çıkaracaksın, sonra araştıracaksın, ezbere konuşmayacaksın. Gerek sosyolojik, gerekse siyasal ve ekonomik araştırmalar, DP iktidarının çiftçi ve köylüyü kalkındırmaya yönelik politikalar uyguladığı, sulanabilir toprak miktarını barajlarla artırdığını, tarıma önem verdiğini, taban fiyat politikalarıyla ürünlerin değerini verdiğini yazar. Bunun doğal sonucu olarak köyden şehre göç azalmıştır. Evet büyük toprak sahipleri iyi para kazanmışlar ve kentlerde konut sahibi olmuşlardır ama bu konutlar sözü edilen çarpık kentleşmenin yaşandığı bölgelerde değil. Karşıyaka, Göztepe, Alsancak gibi muhitlerdedir. DP’nin ardılı AP’nin de temel politikası “Şehirde ne varsa köyde de o olacaktır” yönünde olmuş ve o dönemde de anormal bir kentleşme yaşanmamıştır.

            Sanayileşmenin hız kazanmasıyla ister, istemez, iş, aş umuduyla kentlere göç başlamış bundan İzmir de nasibini almıştır. Ancak AP döneminde bugün yıkılan apartmanların bulunduğu bereketli tarım arazilerinin olduğu yerler değil, Türklerin geleneklerine uygun biçimde, Soğukkuyu’dan başlayarak Yamanlar, Gümüşpala, Muhittin Erener, Çay Mahallesi gibi sağlam kaya zeminleri olan yamaçlar ve tepeler iskana açılmış, tarım arazileri özenle korunmuştur. Dönemin belediye reisi merhum Osman Kibar, halk ovaya inip tarım arazilerini talan etmesin diye hizmeti tepelere kadar taşımış, evlerinin önlerine kadar asfalt dökmüştür. Bu yüzden de Asfalt Osman lakabını almıştır. Ben 1973 yılında mezun olup Bornova’dan ayrıldığımda henüz tarım arazileri korunuyordu. Yalnızca Manisa yolu sağındaki alanda Ege Üniversitesi öğretim üyeleri için yapılan evler ve Bornova’nın milletvekili merhum Adil Demir’in evsiz seçmenlerine konut yaptırmak için kurduğu kooperatif evleri vardı. Bunlar da birinci sınıf tarım arazileri değil nispeten yerleşime uygun arazilerdi.

            Asıl büyük talan 80 darbesi sonra başladı. Tarımsal desteklemelerin kalktığı, çiftçinin, köylünün karnı doymadığı için köyden kente göçün arttığı dönemde başladı. Birdenbire inşaat furyası aldı başını gitti, tarım arazileri dahil her yere mantar gibi apartmanlar dikilmeye başlandı. Rantın üretimden daha çok kazandırdığı ekonomik sistem bugüne kadar artarak devam etti. Yatay mimari yerini dikey mimariye bıraktı. Ne yazık ki, son 20 yıldır büyük kentler tanınamaz ve yaşanamaz hale geldi, yeşil adıyla ünlenen kentler bile griye döndü.

            Birileri TV’lerde ahkam kesip duruyor ama vatandaş da soruyor bu kaybedilen canların, yıkılan binaların sorumluları kimler. Onu da yarın analiz edelim.