İdlib’de Suriye rejiminin saldırısı sonucu şehit düşen askerlerimizin cenaze törenlerinde hüzün ve öfke vardı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye rejiminin Mehmetçiği hedef alan saldırılarına karşı cevabın verildiğini rejimin İdlib’de belasını bulduğunu söyleyerek “Ama yetmez daha devam edecek. Mehmetçiğimize saldırı olursa Esat’ın güçlerini karadan ve havadan vuracağız” dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya Devlet Başkanı Putin ile telefonla görüşme yaptı. İki lider Soçi Anlaşmasına sadık kalınması konusunda mutabakata varan açıklamalar yapılırken Türk Silahlı Kuvvetleri İdlib’e takviye güçlerini göndermeyi sürdürüyor. Erdoğan’ın İdlib meselesi ile Trump ile de bir görüşme yapması bekleniyor. Dün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın askerlerimize en küçük bir saldırı Esat’ın rejim güçlerini vuracağını ilan etmesi dünyada büyük yankı uyandırdı. Hala Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı ve Türk milletini test etmeye çalışanların yanlış yolda olduğunu belirteyim. Hiç kimse savaş yanlısı olamaz ama toplantı masalarında alınan kararları ciddiye almayan taraflara Türk milleti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan önderliğinde silahlı kuvvetleri ile kararlılığını gösterir. Göstermesi de an meselesidir. Hürriyet Gazetesinde Sedat Ergin ve Sabah Gazetesinde Mehmet Barlas ve Hıncal Uluç’un dünkü yazılarını köşeme taşıyorum.

HINCAL ULUÇ- PEKİ ‘O’ VATAN KİMİN?

İdlib'de ikinci defa beş şehit verdiğimizin akşamı haber kanallarından birinde, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'i gördüm..

"Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıra dağlar gibi duranlarındır"

diyordu..

Babamın çocukluğunda Kurtuluş Savaşı'ndan çıkmış, benim çocukluğumda Trakya sınırlarında manevralar yapan Hitler ordularını siperde beklemiş bir ulusun çocuğu olarak, ilk ezberlediğim şiirlerdendi o..

Orhan Şaik Gökyay'ın dizelerini, Bandırma'da, Kilis'te, Antakya'da kaç milli bayram töreninde kürsüye çıkıp okudum, gururla..

O gün bugün, her dinleyişimde de duygulanırım..

Ama Akşener'inki pek oturmadı gibi geldi bana..

İdlib Türkiye değil ki.. Ahmet Davutoğlu adlı başbakanın başımıza sardığı bir çatışmada, Suriye'den geliyor şehit haberleri..

Orta Doğu'da ülkemizin siyaseti, diplomasisi başka ve usta.. Orda çok başarılıyız..

Kararlı diplomasimiz sayesinde sadece Orta Doğu'da değil, dünyada liderlerden biriyiz artık.. Her toplantıda aranıyoruz. Öndeyiz.

Orta Doğu'da petrol yüzünden, Amerika'sı, Rusya'sı başta herkesin gözü, hesabı var. Almanya, Fransa'nın var. Var oğlu var..

Ama şimdi hepsinin yolu bizden geçiyor..

Başkanımızın bir telefonunun ucunda Putin var, ötekinde Trump.. Macron, Merkel sırada..

Gelin Türk olun da bundan gurur duymayın..

Ama diplomatik başarımızı, Davutoğlu'na kanıp bulaştığımız Suriye iç savaşı karıştırıyor.

İdlib üzerinde, Suriye Rejim Ordusu ile, o rejimi devirmek isteyenlerin milis güçleri savaşıyor.

Vatan onların vatanı.. Savaş onların iç savaşı!.

Bize yönelik bir tehlike olsa, Türk Silahlı Kuvvetleri, Türk ordusu, NATO'nun en büyük silahlı gücü olarak, sınırlarımızı aslanlar gibi korur. Bundan şüphesi olan var mı?.

Öyle olunca, her şehit haberinin ardından, hep ayni adeta ezber "Şehitlerimizin kanı yerde kalmadı.. Misliyle karşılık verildi" sözlerini dinlemek kimseyi kesmiyor.. Bu klişeler acıları hafifletmiyor..

İntikam, gideni geri getirmiyor ki?.

Orta Doğu'da diplomatik yolla çözüme ulaşmamız, hele bugünkü "lider" konumumuzla çok daha kolay olur gibi geliyor, bana da, dün bu konuyu yazan baş yazarımız Barlas gibi..

MEHMET BARLAS-DEVLET BAHÇELİ HEPİMİZİN DUYGULARINA TERCÜMAN OLUYOR

İdlip'de yaşanılanlar ve yürek yakan şehit haberleri, insanı Devlet Bahçeli ile aynı düşünmeye adeta zorluyor. Yazıya başlarken, Bahçeli'nin dünkü konuşmasındaki bazı cümleleri hatırlayalım:

Katil Esad

"-Zalimler kana doymamış ve bir kez daha evlatlarımıza kastetmiştir. Artık buna tahammül edecek sabrımız kalmamıştır. Türk milletinin sabrını sınamaya çalışanlar tarihin her döneminde ağır bedeller ödemiştir. Esed katildir, gayri meşrudur. Husumetin kaynağı Esad'dır.

Rusya ne yapıyor

"- Rusya iyi niyetli değildir. Hükümetin Rusya ile ilişkileri gözden geçirmesi samimi dileğimizdir. Şehitlerimizin vebali Rusya'nın omuzlarındadır. Şam'a girmeyi şimdiden planlamalı. Yansın Suriye, yıkılsın İdlib, kahrolsun zalim Esad. Esad'ın defterini dürmek varken temas önerisinde olanlar cinayete ve ihanete ortaktır.

Vatana ihanet

"-Bilinsin ki, Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur. Esad savaş suçlusudur. Hak ettiği cezayı almalıdır. Türkiye'de tek adam rejimi yalanlarını atanların Esad'ı görmezden gelenler dökülen kana ortaktır. Türk devletini suçlayanlar Kılıçdaroğlu ve diğerleri vatana ihanet içerisindedir.

Ne yapacağız?

İdlip sorunsalının çözümüne gelince... Sonuçta bizim Rusya ve İran ile mutabakat halinde olduğumuz ve Türk gözlem noktalarının yer aldığı İdlip toprakları, şimdi Esad'ın ordusunun işgali altında. Yani askerlerimizin hayatları her an tehlikede... Bu duruma karşı ne yapılacağını bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan açıklayacak.

Jeffrey geliyor

Bu arada ABD'nin Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey 12 Şubat Çarşamba günü (bugün) Türkiye'ye gelecek ve bir dizi görüşme gerçekleştirecek. Büyükelçilikten yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: "Büyükelçi Jeffrey, Esad rejiminin Rusya'nın desteğiyle İdlib'de gerçekleştirdiği istikrarsızlaştırıcı askeri saldırıyı ve Suriye'deki ihtilafa siyasi çözüm bulmak için birlikte nasıl çalışabileceğimizi ele almak üzere Ankara'da üst düzey Türk yetkililerle görüşecektir."

Peskov da konuştu

Öte yandan Moskova'da gazetecilere açıklamalarda bulunan Peskov, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir araya gelme ihtimalini değerlendirdi. Peskov, "Liderlerin bir araya gelmesine yönelik somut bir plan yok. Ancak bunu Moskova göz ardı etmiyor" diye konuştu. İdlib'deki durumu da değerlendiren Peskov, "İdlib'deki durumdan endişe duymaya devam ediyoruz." ifadesini kullandı.

SEDAT ERGİN- BM RAPORUNUN İDLİB’DE DİKKAT ÇEKTİĞİ BİR TEHLİKE

İDLİB’deki savaşın son haftalardaki seyrinin ortaya çıkardığı en önemli sonuç, Esad rejimi alan kazandıkça geri aldığı yerleşimlerdeki insanların evlerini, kaldıkları yerleri terk ederek kitleler halinde kuzeye, Türkiye sınırına doğru kaçmalarıdır.

Türkiye’nin iç göç dalgasıyla gelmekte olan insanlar için briket evlerden oluşan geçici barınma merkezleri tasarlamaya başlamış olması, yüz binlerce Suriyelinin gözle görülebilir bir gelecekte Hatay sınırlarına bitişik bir coğrafyada yaşayacağını gösteriyor.

BM’nin resmi rakamlarına göre yalnızca geçen 1 Aralık ile 2 Şubat arasındaki iki ay içinde güneyden kuzeye doğru yer değiştirmiş Suriyelilerin sayısı 586 bindir.

Bu göç dalgası Türkiye’nin şimdiden üzerinde düşünmesi, kafa yorması gereken önemli bir başka meseleyi de gündeme getiriyor. Bu mesele, İdlib’in güneyinde ve doğusundaki kasabalar, köyler rejimin eline geçtikçe, Türkiye sınırlarına doğru yalnızca sivil halk kesimlerinin değil, ılımlı muhalefet kategorisinde görülmeyen, doğrudan terör örgütü kategorisinde değerlendirilen grupların da yaklaşmakta oluşudur.

BM GÜVENLİK KONSEYİ’NE SUNULDU

BM tarafından DEAŞ, El Kaide ve ilişkili örgüt ve şahısların faaliyetleri ve bunlara dönük BM yaptırımlarının uygulama durumlarını izlemek üzere hazırlanan bir rapor, Türkiye’nin önünde beliren fotoğrafın bu boyutuna dikkat çekmesi bakımından bir dizi çarpıcı unsur içeriyor.

BM Güvenlik Konseyi tarafından bu konuda kurulan komite için ‘analitik destek ve yaptırımlar izleme ekibi’nin yılda iki kez hazırladığı raporun sonuncusu 27 Aralık 2019 tarihini taşıyor. Güvenlik Konseyi’ne 20 Ocak’ta sunulan söz konusu rapor aynı gün Konsey tarafından bir BM belgesi olarak yayımlandı.

BM raporunda, genel bir saptama olarak Suriye’nin kuzeybatısındaki İdlib vilayetinin El Kaide ve DEAŞ bağlantılı grupların barındıkları bir alan olduğu belirtiliyor. İdlib’de El Kaide bağlantılı grupların baskın olmasına karşılık, yer değiştiren DEAŞ savaşçıları ve ailelerinin de İdlib’e geldiği anlatılıyor.

HTŞ’NİN  12-15 BİN SAVAŞÇISI VAR

Raporda hatırlatılan bir husus, DEAŞ’ın lideri Ebu Bekir el-Bağdadi’nin geçen ekim ayında ABD tarafından düzenlenen bir askeri operasyonla İdlib’de öldürülmüş olmasıdır. DEAŞ’ın kadrolarını imkân ve kaynaklara sahip olduğu İdlib’e yönlendirdiği anlatılan rapora göre, bu durum Fırat’ın doğusunda çok sayıda DEAŞ’lı ve yakınlarının alıkonduğu El Hol kampının güvenlik ve insani açıdan yarattığı sorunların üstüne “yeni sınamalar” getirmiştir.

BM raporu El Kaide bağlantılı grupların dünyanın birçok çatışma bölgesinde DEAŞ’a kıyasla daha güçlü olduklarının altını çiziyor, bu bölgeler arasında Somali, Yemen ve İdlib’i sıralıyor. Raporda El Kaide bağlantılı bir grup olarak nitelendirilen Heyet Tahrir eş Şam (HTŞ) örgütünün İdlib’e hâkim olduğu, kadrolarında 12 bin ile 15 bin arasında savaşçı bulunduğu ve Suriye rejim güçleriyle savaşmaya yoğunlaştığı belirtiliyor.

Dikkat çekici bir nokta, İdlib’deki hadiselerin Afganistan ve Orta Asya’daki gelişmeleri de etkilediğinin kaydedilmesidir. Buna göre, bu bölgedeki güvenlik servisleri özellikle HTŞ faktörü üzerinde duruyorlar. Bunun nedeni, HTŞ’nin aynı zamanda Orta Asya kökenli terörist gruplar açısından da bir şemsiye örgüt olarak faaliyet göstermesidir.

HURAS EL DİN’E DİKKAT

 BM raporuna göre, İdlib’de El Kaide bağlantılı bir başka grup ise Huras el Din’dir. Bu grubun 3 bin 500 ile 5 bin arasında savaşçısı bulunduğu değerlendiriliyor. Bu kadroların yarıya yakın bir bölümü Mısır, Ürdün, Fas, Suudi Arabistan ve Tunus gibi ülkelerden gelen yabancı savaşçılardır. Bu arada, Huras el Din’in yerel bir gündemden çok küresel bir gündeme odaklandığı vurgulanıyor. Bu örgütün lideri Suriyeli Samir Hicazi’nin El Kaide’nin tepesindeki Eymen el Zavahiri’nin icazetini aldığı raporda altı çizilen bir husustur.

BM raporu, ismi saklı tutulan bir bölge ülkesinin analizine dayanarak, bu grupla ilgili önemli bir uyarıya da yer veriyor. Bu uyarı, Huras el Din’in büyüklüğü, ideolojisi, kadrolarının yetenekleri ve liderliğinin ABD ve Batı’yı hedef alan operasyonları yeniden başlatma planları çerçevesinde “gerek bölgesel gerek küresel barış ve istikrar açısından büyümekte olan bir tehdit” şeklinde değerlendirilmesidir.

ABD’NİN HTŞ’YE ESNEK BAKIŞI

Bu noktada ilginç bir durum, bugün Ankara’da görüşmelerde bulunacak olan ABD’nin Suriye özel temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey’nin geçenlerde yaptığı bazı açıklamalarda, HTŞ konusunda kullandığı kısmen esnek ifadelerdir. Jeffrey, 30 Ocak’taki bir açıklamasında HTŞ’nin bir “El Kaide türevi” olmakla birlikte ağırlıklı olarak Esad rejimine karşı savaştığına dikkat çekerek, “Kendilerinin terörist değil yurtsever muhalif savaşçılar olduklarını ileri sürüyorlar. Bu iddialarını henüz kabul etmiş değiliz... Bir süredir uluslararası bir tehdit yarattıklarını da görmedik” diye konuşuyor.

Jeffrey, 5 Şubat tarihindeki ikinci bir açıklamasında “HTŞ’nin uluslararası saldırı düzenlemediğini” tekrarlayıp,  “Gördüğümüz kadarıyla daha çok İdlib’deki pozisyonlarını korumaya odaklanmış durumdalar” diyor. “Rusların HTŞ’nin sürekli kendilerine saldırdığını ileri sürdüğünü” anlatan Jeffrey, şöyle devam ediyor:

“HTŞ 2018 sonrasında Soçi ateşkes anlaşmasına taraf olmamakla birlikte, onların cephesinde  Ruslara karşı yalnızca düzensiz ve pek kuvvetli, önemli olmayan nitelikte askeri eylemler  gözledik. Ruslar bunu bir bahane olarak kullanıyorlar.  Onlar  esasen (HTŞ) savunmadalar, orada duruyorlar ve Ruslar da sivillere karşı bu saldırıları büyük çaplı saldırıları başlatabilmek için kendilerinin ya da Suriyelilerin saldırıya uğradıklarını öne sürüyorlar “

HTŞ TASFİYE EDİLEBİLİR Mİ

Rusya ile ABD’nin HTŞ’ye bakışlarındaki farklılıklara karşılık bu örgüt halen BM Güvenlik Konseyi’nin listesinde bir ‘terör örgütü’ olarak yer almaya devam ediyor. BM raporlarına da bu yüzden giriyor.

Her halükârda İdlib’de geniş bir alan kontrolüne sahip olan bu örgütün ne şekilde tasfiye edileceği ya da başka bir kimliğe dönüştürülüp dönüştürülemeyeceği önümüzdeki dönemin kritik sorularından biri olacaktır.

Bununla birlikte, İdlib’in geleceğine bakarken Huras el Din ve DEAŞ gibi diğer iki terör örgütünün Türkiye’nin sınırlarının yanıbaşında oluşturacağı tehditleri de gözden uzak tutmayalım.