Hislerimiz, hissettiklerimiz, kaygılarımız, kaygılandıklarımız, duygularımız, duygulandıklarımız, cesaret, korku, aptallıklar, kararsızlıklar, boş laflar, boşa geçen zamanlar, hepsi bizlere mahsus. En önemlisi pişmanlık hatta pişmanlıklar olsa gerek. Korku, acı, sevinç, kısa zaman alan bu hislerimiz bir anlıktır, hayatımızda bazıları unutulmuştur bile.

Pişmanlık izler bırakır. Hayatımızın akışında büyük roller oynar. Hatta bedbaht oluşumuz bu pişmanlıklara bağlıdır. Bunu çok sıkıntılı anımızda yadederken keşke diye başlarız. İşte bu keşkeler bizi yorar, mutsuz yapar, hayattan tad aldırmaz. Bin düşünüp bir karar vermemiz gerekir. Istișare, istiare, arpacık kumrusu gibi düşünmek hep bu keşkelere maruz kalmamak içindir. Keşkelerde gezindiğimizde candan bir dost ararız sorup danışacağımız iyiyi güzeli doğruyu yanlışı ayırt edebileceğimize yardımcı olacak arkadaş. Ama son noktaya yani karar verme noktasına geldiğimizde “Ama yine de sen bilirsin” denildiğinde kararı kendi başınıza vermek zorunda kalırsınız. İşte o zaman bir ses gelir içinizden. Bu bazen rüya olur, bazen his olur, bazen de o güne kadar insanlar ile ilişkileriniz de doğru yanlış yaptıklarınız yön gösterici olur. İstikametinizi belirler.

Bu yön gösteren insani davranışlar keşkeden önce terazinin kefesine yerleştirilir. Hangisi ağır basıyorsa ya keşke dersiniz ya da işte. İşte dediğinizde kerameti kendinizde aramayın. İyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir. “İşte” sözcüğü iyiliğin zuhur ettiği noktadadır.

Geçen hafta pandemi mandemi deyip sonuna da katarak ameliyatını ekleyip üç hafta yazı yazamadığımdan bahsetmiştim. Bu hafta Salı günü ikinci gözümünde katarağını aldırdım. 45 sene bir uzvum gibi olmuş olan gözlüğümden ayrıldım.

Ne zaman gözlük taktım? 1975 yılı, akademiyi bitirdikten iki sene sonra. Ancak Yıldız Akademi’ye başladığımda gözlerim çok az bozukmuş ama farkında değilmişim. Üstüne üstlük birinci sınıfta en arka sıraya oturdum.

Sol yanım Haydarpaşa öte yanım Sarayburnu, araba vapurunun arka güvertesinde gerilere bakıyor İstanbul’u seyrediyorum; Galata köprüsü gözden kayboldu, bulutlandı uzaklar, Galata Kulesi seçiliyor derken o da buğulandı gözlerimde. Düşüncelerimi vapurun pervanesi karıştırıyor kafamda, karalar köpük köpük beyazlar rüzgarla yüzüme vuruyor her bir damla gözyaşımla dudaklarımda buluşuyor tuzlu tatlarıyla. İstanbul daha bitmedi bekle beni derken, içimde ağlamaya başlıyordu yol daha çok erken. Hareme geldi vapur iskeleye dayandı oysa aklım hala İstanbul'daydı.

Manisa'ya döndüm. Yıldız’ın imtihan neticeleri için aklım İstanbul'da, kulağım kapıda, gelecek mektupta. Çok geçmedi hepsi geldi; aklım başıma, kapının sesi kulağıma, mektup postacıyla. Evraklar çoktan hazır, çanta valiz, sevindik tabii evcek hepimiz.

Döndüm hemen sonra, beklemiş, hakikatliymiş İstanbul. Kaydımı Yıldız’a yaptırdığımda ilk üçte kazanmıştım. Yeşiller içerisinde. Duvarları bile sarmaşık kaplı. Sevdim okulumu. Yıldız Sarayı imiş burası ulu ağaçlar, çınarlar, çamlar, saray yapıları, oymalı kapıları, Beyaz boya üzeri yaldız flatolu, işlemeli, her yanı.

Girdim ilk defa sınıfa geçtim arka sıralardan birine,

Oturdum sıraya benim gibi birisiyle,

Arkadaş olduk sonra gel zaman git zaman

Devam etti arkadaşlığımız okul boyunca uzun zaman.

Bazı hafta sonları Yalova'ya geçiyorduk gemiyle

Otobüste uyuklayarak geliyorduk Gemliğe.

Kumla dolmuşuna bindiğimizde az kalmıştı yolumuz

Sağımız zeytinli tepeler Gemlik körfezi’ydi solumuz.

Buradan köye doğru üç beş kilometre yürüdükten sonra,

Varmıştık Abdullah’ların evine, anası Firdevs Teyze kapıda.

Dört yıl okul bitinceye kadar sürdü bu böylece,

Farklı dönemlerde mezun olduk o döndü köyüne.

Ben Manisa’da büromu açmış mimarlık yaparken,

O belediye başkanı oldu Anavatan Partisinden.

İki dönem yaptı başkanlığı çok seviliyordu.

Yakalandığı hastalıktan kurtulamadı sonu oldu.

Cenazesinde insanlar duruyor yürüyemiyorlardı kalabalıktan

Tabut elden ele mezarlığa kadar ulaştı insan seli yoldan.

Çok anılarımız vardı; okulda, sokakta, Beşiktaş’ta

Bazı hafta sonları köyüne gittiğimizde Abdullah’la

Bir seferinde;

Yaz kuraklığında zeytinlerini sulamaya gitmişdik.

Zeytin altlarında nöbetleşe yatar, geceleri sabahlardık.

Bir gece çıtırtı duyduk korktuk bu vakitte kim ki?

Zifiri karanlık ortalık, el lambasıyla gördük, küçük bir kirpi.

Su içmeye gelmiş o da bizden korkmuş belli.

Karışmadık, bozmadık su içmesini, bundan kelli.

Gündüz akşama kadar girerdik tekne ile denize

Kahveden bozma gazinoda arkadaşlarıyla otururduk biz bize.

Köye dönerdik gece vakti yol kapkaranlık

Ayaklarını kaldırarak yürü derdi Abdullah alışık.

O zamanlar öğrenmiştik kendi başımıza, taşlara takılmamayı

Candan arkadaştık, hakkı vardır bende, hep anarım ABDULLAH ASLAN’I.

İşte okul arkadaşımdan sonra Manisa’ya döndüğümde gözlük kullanmaya başlamıştım. Sonunda vazgeçemediğim, dünyamı aydınlatan bu aleti bıraktım. Ona göre mercek seçtim çünkü gözlüksüz görebileyim dedim. Soruyorlar, ben de kendi kendime soruyorum soranlara “İyi, fena değil, zaman lazım, memnunum” diye cevaplar veriyorum. Kendime cevabı allayıp pulluyorum. “Eeeee Azmi; yakınına, uzağına, eşine, dostuna, insanlara, nasıl baktıysan şimdi yeni gözler de dünyayı sana öyle gösterecek” diyorum.

Doktor iyi olsun, mercekler mercedes olsun. Ne olursa olsun ama illaki iyilik olsun.

Havalar nasıl olursa olsun sizin hayatınız iyiliklerle dolsun.

İyilikle, sağlıcakla kalmanız dileğiyle.