Önce Akhisar, sonra daha şiddetlisi Elazığ, Sivrice ve ardından tekrar Manisa, Kırkağaç, geçtiğimiz son bir hafta hep sallanıyoruz. Allah ölenlere rahmet yaralılara acil şifalar versin, daha büyük afetlerden ülkemizi ve milletimizi korusun.

Geçen hafta ani bir toplantı için İzmir’deydim, o yüzden geçen haftaki yazım aksadı. Akhisar depremini İzmir Koleji (BAL) 73 mezunlarının, kordonda İş Bankası lokalindeki yemeğinde sınıf arkadaşlarımla birlikte bizzat yaşadım. Bir hayli sallandık ama çocukluğumuzdan beri alışkın olduğumuz için hiçbirimiz panik yapmadık ama salondaki diğer konukların çoğu ayrıldılar, hatta orkestra bile programı sonlandırdı. Neyse ki cep telefonlarından hemen durumu öğrendik, can kaybı olmadığını öğrenince derin bir oh, çektik. Ancak Ankara’ya döndüğüm gün Elazığ’dan acı haber geldi. Bu kez Akhisar gibi ucuz kurtulamamıştık.

Her depremden sonra söylenir “deprem öldürmez, bina öldürür” diye ama dinleyen kim? Koca, koca binaların arasında bakıyorsunuz sadece üç bina yerle bir olmuş. Diğerleri dimdik ayakta. Bu manzara söylenilen sözün ne kadar haklı olduğunu gösteriyor ama bir türlü ders almayı beceremiyoruz.

Manisa’daki evimiz daha ben doğmadan 50’li yılların başında yapılmış. Tam da inşaatına başlanmak üzereyken Çanakkale Yenice depremi olmuş. Adliye binası da hasar görmüş, hakim ve savcıların evleri de yıkılmış. Babam da deprem mağduru hakimlerin yerine geçici görevle Yenice’ye gönderilmiş. Çadırda adliye kurulmuş, adalet bekleyenlerin mağduriyetlerini önlemek için devlet gerekli tedbiri almış.

Manisa’ya döndüğünde evimizin inşaatını yapan Rahim (Çapra) Kalfaya, projede öngörülen demir çapının en az 2 mm, çimento miktarının da metreküp başına en az bir torba artırılmasını söylemiş. O yüzdendir ki; 67 yıldır etrafımızdaki onca depreme karşın tek bir çatlağı bile yok. Hatta evin ortasında demir yoğunluğundan telefonlarımız çekmez, ön ya da arka balkona, pencere kenarına gelmemiz gerekir. Adını anmışken, Rahim amcayı da Belediye Reisimiz oğlu Mustafa Çapra’yı da rahmetle anıyorum.

Kız kardeşim, halam, kuzenler, birçok akrabalar, dostlar, arkadaşlar İstanbul’da yaşıyorlar. Doğrusu onlar için endişe etmiyorum desem yalan olur. Zira alınması gereken birçok önlemin alınmadığını görüyoruz. Üstüne üstlük Kanal İstanbul için bu kadar ısrar ve inat gösterilmesi de endişelerimizi artırıyor.

SANCAR MARUFLU’YU KİM ÜZDÜ?

Gelelim başlıktaki konumuza. İzmir eski fuar alanı yani Kültürpark’ta bazı yıkımlar gerçekleşmiş, bu da Sancar Maruflu abimizi çok üzmüş. Sancar Maruflu, adında Ege, İzmir, Karşıyaka geçen birçok derneğin kurucusu, başkanı, yöneticisidir, Sivil toplum önderidir, İzmir aşığıdır. İzmir büyükşehir belediyesinde danışmanlık yapmış, kurucusu olduğu HİSDAŞ halkla ilişkiler şirketi kanalıyla İzmir’de ve Türkiye’nin birçok yerinde devlet törenleri düzenlemiş bir halkla ilişkiler ustasıdır. Yassıada, Kayseri mahpusluğu nedeniyle 60’lı yılların başında ikamet ettiğimiz Karşıyaka’da anneannemin evinden de komşumuzdur. Çocukluk yıllarımızdan beri onu hep sever sayardık, o da bir abi gibi bize de sahip çıkardı. İzmirliler ona “İzmir Baba” ismini takmışlar. Doğrusu bunu da fazlasıyla hak ediyor. Geçtiğimiz günlerde kültürparktaki yıkımlar nedeniyle İzmirlilikten istifa ettiğini ilan etti. Onu bu kadar isyan ettiren bir durum varsa mutlaka yanlış giden bir şeyler var demektir.

İzmir seyahatim vesilesiyle hem biraz nostalji olsun hem de Sancar abimizi kızdıran yıkımları yerinde görelim diye fuara uğradık. Gördüğümüz manzara yürekler acısı, temizlik yok, havuzlarda su yok, pislik içinde, ortalık mezbeleliğe dönmüş. Göl gazinosu yıkılmış, palmiyeler gazinosu, ada gazinosu yıkılmış. Çocukluk, gençlik anılarımızı da beraberinde götürmüş. Kübanayı göremedim, Allahtan Mogambo duruyor ama çöplüğe dönmüş. Sonradan yapılmış birçok kaçak yapılar, hangarlar dururken kültürparka kimlik kazandıran o nostaljik yapıların yıkılmasına bir anlam veremedim. Gönül Yazar’ı, Nesrin Sipahi’yi, Durul Gence ve Ajda Pekkan’ı canlı olarak bu kadar yakından ilk kez oralarda görmüş, imzalı resimlerini almıştım. Dostlarımızın, yakınlarımızın nişanlarına, düğünlerine buralarda tanık olmuştum. Yıkımlara imza atan Büyükşehir BB Tunç kardeşimizin de mensubu olduğu belki de birçok kez katıldığı BAL geleneksel üçüncü Perşembe yemeklerinin yapıldığı ada gazinosu da yok artık.

Üzüntü ve moral bozukluğuyla Lozan kapısından çıkarken usta gazeteciler Uğur Dündar ve Atilla Köprülü ile karşılaştık. Onlardan kültürparka sahip çıkmalarını rica ettik. Uğur Dündar “bir proje var ama detayını bilmiyoruz” demekle yetindi. Belli ki; destek verdiği, birçok kez programında konuk ettiği Tunç Soyer’i zor durumda bırakmak istemiyordu.

Farklı siyasi kulvarlarda olsak bile Tunç Soyer bizim kardeşimizdir, BAL kültürü almıştır. Demokrattır, farklı görüşlere saygılı olması, istişare etmesi beklenir. Unutmasın ki; işgal ettiği makam yangın yerinden cennet çıkaran Dr. Behçet Uz’un makamıdır. Efe Rauf’un, Asfalt Osman’ın, Alyanak Başkan’ın, Priştina’nın, İzmir’e değer katanların makamıdır.

Siyasetçi, araştırmacı, yazar olarak söylemiyorum. Sayın Başkanın BAL abisi olarak söylüyorum. Halkın kültürparka ilişkin taleplerine kulak ver, Sancar abinin gönlünü al önerilerini dinle, Baldaşlarının eleştirilerini dikkate al. Her şeye rant açısından bakan yeni nesil projecilerin değil, çocukluğunu, gençliğini oralarda yaşamış, anılarını yaşatmak isteyen gerçek İzmir sevdalılarının nabzını tut, onların önerilerini al. Göl gazinosu, ada gazinosu ve diğer nostaljik yapıları aslına uygun olarak yeniden yap. Kaçak yapıları, hangarları yık, yeni değerler kat. İzmir’e kültürparkın tarihine yaraşır, İzmirlinin içe ne sinecek yeni projeler yaptır. Bak işte o zaman her şey daha güzel olacak. Kimse deprem yıkmadı belediye yıktı demeyecek. Türkiye’nin aydınlık yüzü, Ege’nin incisi İzmir’e yakışan neyse biz onun yanındayız.

Kalın sağlıcakla…