Kısa boylu ama keskin bakışlı, burma bıyıkları ile kalın siyah kaşları yakışıklılığını pekiştirirken sekiz köşeli kasketi, bir cebinden diğerine sarkan köstekli saatin gümüş zincirli cepken yeleği, külot pantolonun dizden aşağısının içine sokulmuş körüklü çizmeleri ona ayrıca bir bıçkınlık veriyordu.


 

At arabasının kasasından tekerine kadar, çiçek motifleri ile boyanarak süslenmiş ahşaplarını bibirine bağlayan burulmuş, bükülmüş onlara da katlı çiçek motif benzerliği verilmiş demir parçacıkları, tekerleklerle dingilin bağlandığı yerde tekerin, her dönüşünde arnavut kaldırımı taşlarda eğrilip bükülürken çıkardığı dingil sesi. Bu ses adeta ustasını çağrıştıran özel sestir.


 

Beyaz ama sarımtrak yeleli besili kula kırmızısı at, bu güzel arabayı bir eda bir ahenk ile çeker. Arabanın rengarenk boyalı ata doğru uzanan okları atın boyunluğuna bağlandığı yerde, ayrıca gövdesine endam veren koşumlarından kalın derinin ucuna bağlanmış aşağıya sarkan kırmızı ağırlıklı renkli yün püsküller atın her adım atışında salınırlarken arabacının kırbacı havada şaklar. At kendisine değmeyen bu kırbaç sesinin bir keyif narası olduğunu bilir, sahibinin keyifli olduğunu anlar daha bir alımlı adımlar atarak boynunu gergin duran dizginlere bağlı olarak öyle bir kavislendirirki ortaya çıkan terli boynunu güneşle parlatır. Başı, ileri atılan adımlarının havada doksan derece duruşu ile alnına değecek gibi bir uyumla dizlerine doğru iner kalkar.


 

Metaksazın kahvesinden alınan tahta sandalyeler ile yüklü olan at arabası Karaköy Kahvehaneleri’nin önünden karaköylülerinin dediği İki Lüleli Camisi’nin (Hacı Yahya Camisi) yanındaki sokaktan yukarı doğru Arapalan yokuşunu tırmanmaya başlamıştır. Dar sokaktan çıktıktan sonra çınarların gölgelediği, tek katlı, kerpiç duvarlı, basık kapılı, cam ölçülerine göre şekillenmiş küçük pencereli, çingene kiremidi kaplı çatılarının ağırlığı ile çökmüş gibi duran alçak evlerin çevrelediği meydana gelmiştir. Meydanın güneybatısındaki Defterdar Mahmut Efendi Camisi’nden gelen mevlüt sesi, köşesindeki Pürnefes Çelebi Çeşmesi’nin çağlar gibi akan su sesi ile ulvi bir anlam kazanırken meydanda oynayan çocukların şamataları, komşuların telaşla sağa sola koşuşturmaları, birbirlerine iş buyurmaları ile düğün evinin meydana bakan yüzündeki albayrak nazlı nazlı dalgalanırken tatlı bir heyecanın başlayacağını gösteriyordu.


 

Uzun yaz günlerinin sıcağı Spil’in eteklerine çekilirken Akşam ezanından sonra her komşu evden getirilmiş meydanda yenilen düğün yemeklerinden sonra davulun tokmağından önce bızbız sesi tıngırdamaya başlar. Zurnacı ses ayarı yaparken arada bir zırt gibi ses çıkarırken heyecanı işaret eder. Zurnacı sabahtan kulağına taktığı kırmızı gülü solmuş kulağından yanağına doğru sarkmasına rağmen havasından birşey kaybetmemiştir. Artık, davul tokmakla buluştuğundaki dom dom sesiyle araya giren bızbız sesini zurnacının şişmiş yanaklarının havası inerken zurnasını havaya kaldırırkenki tiz sesi bastırır.


 

Masalar toplanmış tahta sandalyeler dizilmeye başlamıştır. Mahallenin çocukları ön sandalyelere oturup oturup kalkarken aralarındaki oyunları ile damat ve gelinin taklitlerini yaparak kendi kendilerine eğlence yaratıp gülmekten kırılmaktadırlar. Artık sandalyelere oturmaya başlayan davetliler ile akşam serinliği meydana çökerken düğün havası ısınmaya başlamıştır...


 

O yıllarda düğünlerin çoğu böyle yapılırken ayrıca iki salon vardı. Biri Orduevi diğeri Sümerbank Mensucat Fabrikası’nın düğün ve nişanlarda salona dönüşen yemekhanesiydi. Orduevinde düğünlerden farklı olarak yılbaşı baloları yapılır kadınlar giyim ve saç şekilleriyle çok güzel zarif görünürlerken erkekler de takım elbise, kravatları bazen papyonları ile tam bir centilmendiler. Orduevinin askerlerden oluşan orkestrası dans müzikleri çalarken, asker solistin gurbette özlediği sevgilisi aklına gelir Frank Sinatra’nın My Way’i, Strangers in the night’ı, Nat King Cole’un Unforgettable’ı, Charles Aznavour’n Hier encore’u, (Daha dün yirmi yaşındaydım, zamanla oynaşır hayattan tat alırdım….. ) diyerek başlayan romantik şarkıları söylerdi.


 

İşte o devirlerde yapılan düğünlerimizde, coşkudan eğlenceden ziyade birlikte olmak ve birlikte eğlenmek heyecanı yaşanırdı. Düğün ve bayramlık kıyafetler sandıklardan, dolaplardan çıkarılır bir özenle düğüne hazırlanılırdı. Bu kıyafetler her zaman giyilmez özel günlere saklanırdı. Yokluğun, yoksulluğun yarattığı savaş yıllarını yaşamış olan halk, gösterişten uzak, her şeyin kıymetini bilir, elindekileri itina ile kullanırlardı. Eğlenceleri dahi bu gibi günlerin haricinde sınırlıydı.