Kıbrıs adası bundan tam 450 yıl kadar önce Osmanlı Venedik savaşı esnasında Türkiye topraklarına katılmıştır. Fetih sonrasında, Toros yaylalarından, Mersin, Konya, Karaman bölgelerinden göçer aşiretler adaya yerleşmişlerdir. Sonraki yıllarda da hem Anadolu’dan hem de dünyanın farklı bölgelerinden Türkler de adaya göç etmiş, ada nüfusunda da Türkler hatırı sayılır bir sayıya ulaşmıştır. Adanın Osmanlı egemenliğine geçmesi yerli halk üzerinde de olumlu tesir yaratmıştır. Nitekim Venedik ve Cenevizli despotlar ve Papalık devletinin uzantıları adada çoğunluğu Ortodoks, Anadolu ve Ortadoğu Hristiyanları olan yerli halka zulmetmekte, mezheplerinin gereği gibi yaşamalarına engel olmaktaydılar. Ayrıca mahsullerine ve kazançlarına da çoğu zaman el koymakta ağır vergiler altında ezmekteydiler.

Osmanlı’nın fethettiği bütün topraklarda olduğu gibi adayı imar etmesi, yerli halkı gözetmesi, koruması, din ve vicdan özgürlüğüne saygı göstermesi sonucu yüzyıllar boyu adadaki Türk ve Hristiyan unsurlar hiçbir sorun olmadan birlikte yaşamışlardır. Kısa süreli Kavalalı Mehmet Ali Paşa isyanı dışında Kıbrıs uzun yıllar Osmanlı egemenliği altında kalmıştır. Ne yazık ki 93 Harbi diye bilinen Osmanlı Rus savaşında güçsüz düşen Osmanlı, Kıbrıs’ı İngiltere’ye rehin bırakarak Devletler Hukukunda görülmemiş bir şekilde bir anlaşmaya imza atmış karşılığında yıllık 22986 kese altın almıştır. Bu anlaşma 1 Temmuz 1878’de Sultan II: Abdulhamid tarafından imzalanmıştır. 93 Harbinin sona ermesinin ardından imzalanan anlaşmalarla Osmanlı’nın toprak kayıpları daha da artınca bir daha Kıbrıs’a dönüp bakmamış ve ada kesin olarak İngiltere’nin kolonisi haline dönüşmüştür.

Türkiye’nin ada üzerinde yeniden söz sahibi haline gelmesi Demokrat Parti iktidarında gerçekleşmiştir. Merhum Başvekil Adnan Menderes’in kararlılığı ve merhum Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun diplomatik dehası sayesinde imzalanan Londra ve Zürih anlaşmalarıyla Türkiye adada garantör ülke haline gelmiştir. 20 Temmuz 1974’de merhum Ecevit’in başbakanlığında gerçekleşen Kıbrıs Barış harekatının meşruiyetinin temeli de böyle atılmıştır. Merhum Menderes bununla da yetinmemiş İzmir milletvekili merhum Kemal Serdaroğlu, komitacılık yönleri temayüz etmiş bazı siviller ile devlet görevlilerini adaya göndererek TMT, Türk Mukavemet Teşkilatının (Mücahit örgütü) kurulmasına öncülük etmiştir. TMT lideri merhum Rauf Denktaş da böylelikle sivil direniş önderi olarak ortaya çıkmıştır.

Sonrasında, yakın geçmişte yaşanan hadiseler, megalo idea peşindeki EOKA örgütünün katliamları, Cumhurbaşkanı Makarios’un Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasına rağmen Türk cemaatini yok sayması ve en sonunda Nikos Sampson’un darbesi ve ardından gelen Barış Harekatını çoğumuz hatırlarız. Türkiye Lozan’dan sonra ilki Hatay Cumhuriyetinin Türkiye’ye iltihakı olmak üzere Barış harekatıyla ikinci kez toprak kazanmış sayılmaktadır. Osmanlı’nın tek kurşun atılmadan terk ettiği topraklar, rahmetli Menderes, Zorlu ve Ecevit sayesinde kısmen de olsa geri alınmıştır. Sonrasında uygulanan ambargolara da boyun eğilmemiş bütün T.C Hükümetleri dik durmuş direnmesini bilmiştir. Merhum Demirel bir gecede ülkedeki ABD üslerinin faaliyetlerini durdurmuş tehditlere boyun eğmemiştir. Keza hem Demirel hem de Ecevit gene ABD’nin haşhaş ekim yasağı zorlaması karşısında direnmiş, boyun eğmemiştir.

Ne yazık ki 12 Eylül darbesini başaran “Amerika’nın çocukları”, NATO’nun askeri kanadından çekilen Yunanistan’ın yeniden kabulüne onay vererek onların eline koz vermiş Türkiye’nin politikasını da zaafa düşürmüştür.  Başka bir zafiyet de Annan planı adı verilen Türkiye’nin garantörlüğünü sonlandıran teslimiyet projesine destek vermektir. Ne yazık ki; Türkiye’deki iktidarın da desteklediği bu proje AB üyesi olma hayaliyle hareket eden Kıbrıslı Türklerin oylarıyla kabul edilmiştir. Çok şükür ki; Rum tarafı planı reddettiği için yürürlüğe girmemiş hem Türk milleti hem de milli şuura sahip Kıbrıs Türkleri derin bir oh çekmiştir. Her fırsatta Menderes’i dillerinden düşürmeyenler, merhumun en önemli başarılarından biri olan Londra ve Zürih anlaşmalarını yok sayan plana destek vererek gerçek yüzlerini de ortaya koymuşlardır.

Pazar günü yapılan KKTC Cumhurbaşkanlığı seçiminde Milli şuur galip gelmiştir. Uzlaşma için toprak tavizi gerekir diyen Akıncı kaybetmiş, Mücahit evladı, merhum Rauf Denktaş’ın partisinin adayı Ersin Tatar ipi göğüslemiştir. Böylelikle, Annan planına karşı çıktığı için gözden düşürülen, git kendi ülkende siyaset yap denilerek aşağılanmaya çalışılan Kocatürk Mücahit Rauf Denktaş’ın fikirleri yeniden iktidara taşınmıştır. Şimdi herkes soruyor, “Akıncı kazanamazsa mesleği bırakırım” dediği söylenen iktidarın ve yandaş TV’lerin kadrolu kamuoyu araştırmacısı gerçekten bu işi bırakacak mı? Yoksa o da mı kandırıldım diyecek?

70 yıldır Kıbrıs davasını önceleyen, büyük emek sarf eden, adadaki Türk halkının hak ve çıkarlarını ne pahasına olursa olsun, savunan başta Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu, Süleyman Demirel, İhsan Sabri Çağlayangil, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan ve tabii ki, Dr.Fazıl Küçük ve Mücahit Rauf Denktaş’ı ve birçok isimsiz kahramanları, rahmetle ve minnetle anıyorum. EOKA zulmüne uğrayarak katledilen kadın, erkek, çocuk, yaşlı, genç bütün sivilleri, şehit edilen, mücahit ve askerlerimizi ve hakka kavuşan gazilerimize rahmet diliyorum. Hayatta kalan gazilerimize de sağlıklar diliyorum.

Sayın Ersin Tatar ilk demecinde “Kıbrıs Türktür, Türk kalacaktır” ifadesini kullanmış, milli şuurun adada yeniden yükseleceğini müjdelemiştir. Denktaş ruhu adaya döndü darısı Türkiye’nin başına.

Kalın sağlıcakla…