Şimdi çocukları sokağa çıkarmak zor. Bahçeye dahi çıkmıyorlar internet orada çekmiyormuş diye. Bütün gün modemin yanında çöreklenmiş vaziyetteler. Geçen gün şu bizim göz kontrolüne gittim bekliyorum karşımda ufak beş altı yaşlarında bir çocuk annesiyle oturuyor belli ki o da gözü için gelmiş iki de bir gözüne damla damlatıyorlar elinde telefon sanki tereyağlı bal sürülmüş ekmek dilimi gibi iki eliyle tutmuş burnunun dibinde dilimi ağzına sokacak kadar yakın, oyun oynadığı belli; heyecanla gözleri rüzgar fırıldağı olmuş, parmaklar, trenin uzun yıllar durmadığı kasaba istasyonunda, seyrüseferde hata olmuş da kazaya mani olmak heyecanıyla kolluklu telgraf memurunun mors alfabesini kullandığı gibi telefonun tuşlarında geziniyor. Belli ki usta, ama gözler hasta.

Damladan korkup bağırıp çağırmasın, ağlamasın diye sus payı. Geçenlerde bir arkadaşım anlattı. Kız torunu iki laf ettirmiyor devamlı soru soruyor hiç susmuyor. Babası telefonu eline tutuşturup al şunu demiş telefonu alan torun bir kenara çekilmiş ses seda yok. Ama o hale geldiler ki sus payı telefon.

Biz de ağlayıp zırlıyorduk çocukken ama uykusu geldi bunun diyorlardı. Oyuncak falan yok ki. Ya dikiş ipi makaralarından tren yapıyor, ya da telden uzun direksiyon milli araba yapıyorduk. Bir de yaşımız biraz daha ilerlediğinde abimizden bize kalmış ya da kendimizin yaptığı rulman arabalar vardı. Uzun bir tahta parçasının altına dingil gibi çakılan iki 5x5 çıtadan kalın tahtanın uçlarına rulmanları takar tahta parçasının üstüne oturur biri iterdi yokuş aşağı, araba hız aldığında omuzuna tutunarak o da tahta arabanın arka ucuna çıkar değmeyin keyfimize. Önümüze, hızımızı keserek keyfimizi bozmak için çıkan diğer arkadaşlar araba tam çarpacağı sırada kenara kaçarlar bir vaveyla ile sokak şamatadan geçilmezdi zaten sokaktan kimse de geçmezdi.

İşte bu rulman arabası; bazı Arnavut kaldırımı yollar ile granit paket taş kaplı yollarda kullanılmaz tozlu topraklı yolda kullanırdık. Diğer yollarda araba gitmez taşa takılırdı veya taşların üzerinde zıplardı. Bu benim anlattığım 1955 yılı 60 bile değil. Şimdi 2020 şehirlerarası cam gibi asfalt yollar yetmiyormuş gibi ana caddelerde mesela Mimarsinan Bulvarı’nda dahi birkaç yıl öncesine kadar vardı. (Şoförler uyumasın aklıyla yapılan bu tırtlardan uyuyamayan yol kenarındaki apartmanlardaki vatandaşlardan şikayet geldi belediyeye, taşlama ile zor kazıdık asfalttan.) Hele virajlı yola girme anan bellenir. Kim beller? Tırtlar.

Kavşağa yaklaşırken yavaşla, Viraja girerken takla atma, çizgileri. Önce aralıklı, yaklaştıkça aralıkları sıklaşan bu beş altı çizgiden oluşan toplu tırt ailesi; tırt, yirmi metre sonra tırt, beş metre sonra tırt tırt sonra tırt tırt tırt, en son tırtttttt. Ne işe yarar? Hangi uyuklayan şoför uyanmış da takladan kurtulmuş. Ya da virajda refüje çıkmaktan. Çizgiye gerek yok, yoldan çıkıp üst geçidin duvarına çarpan var. Geçidin üstünden atlamak istedi herhalde. Bariyere çarpanlar zebil.

Yetmezmiş gibi emniyet şeridi denilen yolların kenarında ihtiyaç halinde aracınızı emniyetli alana çekmek için bu şeridi yoldan ayırmak maksadıyla kalın ve kesiksiz çizgi çekiyorlar, hemen yanında yoldan çıkanları uyarmak için asfalta kazınmış gömülerek çizilmiş üçgen paletli D9 dozerin palet izi gibi izler yapıyorlar. Burası da emniyetsiz siz buraya sığınmayın yolunuza devam edin, ya da size herhangi biri dilim varmıyor o birinin üstünüze çıkmasın diye.

Birinci tırtlara araba kullanırken gıcık oluyor her tırt ailesinin üzerinden geçerken sülale gibi bir arada olmalarına kadar okuyorum. Diğer palet tırtında emniyet şeridi dar olan yerlerde bisiklet ile giderken üzerinde gitmemek için, bir taraf anayol diğer taraf bariyer ortada tırt izi. Yola çıkmayayım, bariyere çarpmayayım, tırta basmayayım diye cambazlık yaparken saydırıyorum.

Gelelim fasulyenin nimetine. Ne işe yarar bunlar? Hiç, hem de hiçoğlu hiç. Uyuyan uyuyor, trafik kazasında ölen ölüyor, olan bizlerin arabalarına oluyor. Zaten kaporta, koltuk, lastik, janttan, bir de kapı fitillerinden başkasını üretemediğimiz arabaların bozulan, değişmesi gereken yedek parça, elektronik aksamı, ithal ediyoruz, biz yapamıyoruz. Biz onların bu parçalarını üreten tezgahlarının üretim bantlarının durmamasını sağlıyoruz. Bu bize kaza önleyici diye dayatılan avrupa standardı diye yutturulan, kazıktan başka birşey değil. Araçların ömrü kısalıyor, arızaları artıyor, parçaları sık sık değişiyor bilhassa araçların alt takımları.

Bu kalın kabarık çizgiyi yollarda şerit ayırıcı olarak kullansanız aklım erer. Çünkü onlar da uyduruk boyadan yapılıyor üç ayda bir boyanıyor. Boya, makine, işçilik, yola sıralanan kukalar bu işlem yapılırken ki kaza riskleri. Bir de zevk olsun diye yaşken üzerinden geçip asfalta imza atanlar cabası. Şerit ayırıcı çizgiler bu kabarık kalın boyadan olsa şeritten çıkanlara uyarıcı olur. O işe yarar. Biz de şeridin üstünde gitme alışkanlığı var herhalde tarladan kalmış bir alışkanlık olabilir. Boyalar, biraz da bu yüzden bozuluyor.

Çocuk aklımızla rulmanlı arabayı; düz gitsin, yoldan çıkmasın, takla atmasın, devrilmeyelim, diye toza toprağa katlanarak bozuk olmayan veya şimdiki gibi kasten bozulan yolda kullanmıyorduk. Alt tarafı demir tekerlekli çocukken kendi yaptığımız yerli üretim tahtadan bir araba. Oyunun konforunu düşünüyoruz. Şimdi heçbek, steyşın vagon, sedan, kupe, suv, jip… lüks araçlar hepsi için tırt da tırt.

İnsana güvenmediklerinden beşer şaşar gaza basar diyerek şoförsüz araç yapıyorlar. Biz, şoförleri çıldırtan yollar. Paralı yollarda tırt var mı? Yok. Onlarda konfor var. Viraja süratle girseniz dahi yolun kurpu hıza göre hesaplanarak yapılmış, virajı hissetmiyorsunuz, aracın yan iki tekeri kalkayım mı diye şoföre sormuyor. Yatıp kalkmadan hoop ordasınn. Aracım hırpalanıp yedek parçaya, servise vereceğim parayı yola veririm.

Bu boya: Fonksiyonu olan, ama silinen, gözükmeyen, can güvenliğini sağlayan boyuna çizgilere yapılacağına keyif kaçıran enine çizgilere yapılıyor hem de gallabisinden.