Ben herhalde eski Türkiye'nin sevdalısıyım, yeni Türkiye söylemini bir türlü benimseyemedim. Hani şu babalarımızın sabah evden işine giderken, sokakta, çarşıda geçtiği her yerde aşina gelen herkesin selam verdiği, günaydın, hayırlı sabahlar dediği, girdiğimiz her dükkana "hayırlı işler" diye girdiğimiz, alışverişin sonrasında "Allah bereket versin" diye ayrıldığımız, insanların şükretmesini bildiği, yüzlerin her daim güldüğü, etrafa pozitif enerji saçan insanların olduğu eski Türkiye.
Sokakta birlikte oyunlar oynadığımız, sınıfta yan yana oturduğumuz arkadaşlarımızın mezhebini, inancını sorgulamadığımız; Yörük mü? Türkmen mi? Boşnak mı? Arnavut mu? Pomak mı? Kürt mü? Zaza mı? Çerkez mi? Abaza mı? Gürcü mü? Laz mı? Arap mı? Olduğunu bilmediğimiz, sormadığımız eski Türkiye.
Meyhanelerin perdelerle örtüldüğü, rakı şişesinin gazete kağıdına sarıldığı, ibadetin de kabahatin de gizli yapıldığı, inançlara saygı duyulduğu, alim zatlara, hacılara, büyüklere hürmet gösterilip, ön iliklenip, ayağa kalkıldığı, ellerinin öpüldüğü, onların da içki içen, kabahat işleyen gençleri hor görmeyip, ayıplamayıp sadece öğüt vermekle yetindiği, kimsenin birbirinin yaşam tarzına müdahale etmediği eski Türkiye.
Alın terinin, helal kazancın, kazancını yoksullarla paylaşmasını bilenin takdir gördüğü; tartıya hile karıştıranın, müşterisini aldatanın, hırsızlık yapanın, mazeretsiz borcunu ödemeyenin ayıplandığı, dışlandığı, lüksten, ihtişamdan, israftan kaçınıldığı, göz hakkının gözetildiği, "komşusu açken tok yatan bizden değildir" anlayışının hakim olduğu eski Türkiye.
Basının, sanatın, sanatçının özgür olduğu, sanatçının doğasında var olan muhalif karakterinin hoş görüldüğü, Devlet büyüklerinin kendini eleştiren tiyatro eserlerini bile en ön sırada kahkahalarla izlediği, karikatürleri müzesinin duvarına astığı, gazetelerin basılıp taşlanmadığı, yağmalanmadığı, gazetelerin, dergilerin beğenilmeyip toplatılmadığı, yazara, çizere, sanatçıya zulmedilmediği, basına medyaya keyfi operasyonlar yapılmadığı eski Türkiye.
Daha ne söylesem, eski Türkiye'nin güzellikleri anlatılmakla bitmez. Hep güzellikleri yazıyorsun, hiç kötü tarafı yok muydu? Denilebilir. Elbette vardı, ama halkın sağduyusu, feraseti, birliği, dirliği kötüleri hemen ayıklamasını, saf dışı etmesini sağlıyordu. Zaten siyaset bilimi dilinde "muhafazakarlık" iyiyi, güzeli korumak, muhafaza etmek, kötüyü ise değiştirmek anlamına gelmiyor mu? Menderes, Demirel ve Özal da muhafazakar liderlerdi iyiyi, güzeli korurlardı ama değişimin de öncüleriydiler, yenilikçiydiler, reformcuydular. Değişimi eskiyi inkar etmeden, yok saymadan halkın talepleri doğrultusunda yaparlardı.
Bugünün siyasetçilerinin onların icraatlarından öğrenecekleri çok şey var. Sadece onlardan mı, muhalefet liderlerinden de, Ecevit, Türkeş ve Erbakan'ın muhalefet anlayışından da, uzlaşma geleneklerinden de öğrenecekleri çok şey var.
Sizler bugün bu yazıyı okurken, sivil toplum kuruluşlarının, meslek birliklerinin önderliğinde al bayrağımız elimizde, Sıhhiye Meydanından Atatürk'ün Meclisine yürüyor olacağız. 78 milyon yurttaşımızın hislerine tercüman olacağız, Van'dan, Edirneye, Diyarbakır'dan, Cizre'den, Samsun'a, Trabzon'a tüm oda ve borsalarımız, sivil toplum kuruluşlarımız bu yürüyüşe destek verecekler. Türkiye mozaiği orada olacak, Barolar Birliğinden, TÜSİAD'a, MÜSİAD'a farklı bakış açılarına sahip sivil toplum kuruluşları bu organizasyona öncülük ediyorlar. İşçi sendikaları da, işveren sendikaları da el, ele, kol, kola yürüyecekler. Bu Türkiye hareketidir, siyasetçinin başaramadığını sivil toplum başaracaktır, uzlaşı kültürünü öğretecektir, terörden medet bekleyenlere ders vereceklerdir.
Bugün aynı zamanda milli iradeyle işbaşına gelmiş ilk başbakanımız şehit Başvekil Adnan Menderes'in de hukuksuzca katledildiği gündür. Onun dönemi Devletimize karşı silahlı kalkışmanın yaşanmadığı tek dönemdir. Bugün Kürt Açılımı diye başlayan, Demokratik açılım, barış süreci, çözüm süreci diye devam eden, teröristle pazarlık edilen, masaya oturulan, anlaşma yapılan, sonra yanılmışız denilerek yüzlerce gencimizin şehit olmasına, anaların gözyaşlarının artmasına sebep olan sürece imza atanlar da Menderes'in dönemine iyi bakmaları, onu anlamaları gerekir. Barışın da çözümün de çaresi, eşkıyayla masaya oturmak değil, Devletin tüm yurttaşlarımızın eşit yurttaşlar olduğunu hissettirecek, şefkatli kollarının tüm vatandaşlara adil ve eşit bir şekilde uzatılmasından geçer. Menderes bunu yapmıştı, Demirel onu takip etmiş bölgeye refah sağlayacak GAP'ı başlatmış, Özal da devam ettirmişti. Açılım adı altında tüm bu çabalar heba oldu bin yıllık kardeşliğimize gölge düşürüldü.
Bugün 78 milyon insanımızın en az % 90'ı nın temsil eden kuruluşlarımız yeniden bu kardeşliği arıyor, siyaset kurumuna rağmen. Haydi bayrağınızı alın gelin.
Eski Türkiye, yeni Türkiye derken bu hareket yarının Türkiye'sine de rehber olacak. Bu hareket eski Türkiye'nin bir şarkısını da hatırlattı bana. Ali Kocatepe'nin bu bestesini onlarca ünlü sanatçı hep birlikte okumuştu: "Haydi uzat elini Bak gün doğmakta ufukta, her gün yeni bir umutla Doğalım biz de yeni baştan.
Evet doğalım biz de yeni baştan, kardeşlik Türküleri söyleyerek, kin, nefret ve ihtirastan uzak özgür ve barış içinde bir Türkiye için.